Mesut ÖZMEN
  7.
 

 

ÇAĞRI...

Bana bir fincan nescafe yapar mısın? Lütfen sert olmasın içemeyebilirim. Tek şeker kafi.. Rica etsem sende katılırmısın? Sakın buraya bakma, fotoğrafını çekeceğim. Poz verme öyle kal.. Boş ver vaz geçtim. Resmini çizeceğim. Yüzünün hatlarını gezeceğim, yutkunmalarını hissedeceğim. Kağıttan metinleri limana gönderdim. Yırtmassın sana çok güvendim. Yarı ıslak özlemini al içinden, koy bir şişeye, sal beklediğim iskeleye son ada vapuru gelmeden... Uçak yaptım gazetenin bir köşesinden. Rötarsız gelecek takılmassa motoruna bir güvercin tüyü. Gece yarısı da olsa bekler mısın? Şarkımızı Aznavur pasajı'ndan çıkan Yeşil çamlı eski bir kemancıya verdim, o çalacak. Verdiğimiz bozuk paralara bozularak bakacak. Başını öne eğip gidişi, o şarkının bize armağanı olduğunu anlatacak. Özür dilemeliyim. Benimle arkasından koşarmısın? Tutuklanan kaçak bir suçlunun kelepçesini çaldım. Artık ben bir hırsızım. Öfkeyi, kavgayı, vedaları dağlara yollayacağım. Ortağı olup bu soygunun sende anahtarını denize atarmısın? Siyah beyaz bir filmin'the end'inde kavuşamadı sevgililer. Çok üzüldüm ağlıyorum. Oturup o koltuğa filmi sen yönetirmisin? Sevenleri birleştrimisin? Bizim hikayemizide araya iliştirir misin? Kasabadaki yalnız kovboyun atıan binip gidelim. Kaktüslerden su içelim. Dolaştığımız sokaklara adımızın bile konmadığı bu çok çatılı şehre ne olur tekrar dönmeyelim. Peki beni yolda eğlendirir misin? Kanıma karışır mısın? Koynunda uyutur musun? Günü anlatırken uyuyakaldığımızı unutur musun? En büyük yalanımızı o ahşap pinokyonun üstüne atıp benimle gözden kaybolur musun? Bizi ezberler misin? Hep güler misin? 'Başımın etini ye ama kal' der misin? Çok özler misin? Küçücüktüm ufacıktım. Aksilik işte bana sığamamıştım. Sen iste, büyürüm. Kocaman olurum. Yutmam harfleri, bağdaş kurmam. Orada burada patlatmam çilekli sakızımı. İstersen uzatmam artık saçımı... Desem geri dönermisin?


DAHA FAZLA YABANCI "ÖLMEK" İSTEMİYORUM SANA

İyilikten, saflıktan ulaşamadım kendime burada… Burası durmadan hızlanan bir kent. Burada sonsuz arzu çarpışır. Sonsuz acı… Sonsuz hırs… En başlarda ne istedim tam bilmiyorum. Ama öyle açık ve duruydu ki gördüğüm herşey, nereye ve kime baksam beni kendisine inandırıyordu. Henüz içimde bir başkası yoktu. İçimde benden ayrı, bana karşı bir ses yoktu. Gidemediğim yerleri mutlu özlerdim, çünkü gitmesem bile bilirdim ki oraları da benden bir parçaydı. Çok az ve usulca konuşulurdu. Çünkü sessizlik vardı ve ve bu sessizlikte en küçük sesler bile çabucak yayılırdı heryere. Sessizlik kutsaldı, çünkü bütün sesleri o saklardı koynunda. Evlerin önünde küçük bahçeler vardı. Geceleri ışıl ışıl yanan küçük düş ağaçları vardı. Herşey bizim için yaratılmıştı sanki, göründüğü gibi olan ruhumuza göre. Geceler gündüzlere usulca sokulurdu. Yavaştı herşey. Çok yavaş… Kutsal ve sonsuz bir aynaydı gökyüzü. Kendisine içtenlikle ve sabırla bakanların ismini sayıklardı… O zaman da vardı kötülük ve şiddet… O zaman da vardı yalan ve sevgisizlik… Ama yavaş dönerdi dünya. Garip, kutsal bir sessizlik vardı heryerde. Utanırdı kötüler yaptıklarından. Pişmanlık duyulurdu her yalandan sonra. Sanki mecbur kalındığı için sevgisizdi insanlar. Top oynardık mezarlıklarda. Ölüler dünyanın en sevecen insanlarıydılar. Hayatı onlar sevdirirdi bize. Aynı güneşin altına uzanırdık birlikte. O zaman bir tek kalbim vardı benim. Gözlerim bana aitti nereye gitsem. İçimde kendi sesimden başka hiçbir ses yoktu. Hayatın o dinmeyen ağrısıyla hatırlardım kendimi. Susar dinlerdim. O ağrıyı incitmemeye çalışırdım. Kaçmazdım ondan. Bilirdim ki istesem de kaçamam ondan. Güneşin doğuşu ya da batışına nasıl saygı duyuyorsam ona da öyle derin bir saygı duyardım… Toprak, içimde sakladığım halde ulaşamadığım sevgiliydi… Kendimle değil, toprağın sırrıyla yarışırdım. Kendimden değil, toprağın sırrından ürkerdim… Bu ürküntüyle barışmak için sık sık toprağa yüz sürerdim. Koklardım onu. Çıplak bir hazla yürürdüm üzerinde. Kalbimin üzerinde yürür gibi… Sonra sular geliyor aklıma. Aktıkça yüzün gibi aydınlanan sular. İlk orada hatırlıyorum seni. İçimde henüz başka bir ses yokken. Kalbim ve gözlerim sadece bana aitken… O suların peşinde, hayatımın peşinde, yüzünün peşinde… İlk orada akıp giden sularda seninle kendimi gördüm. En çok sende sevdim kendimi. Akıp giden sularda. İlk kez sende gördüm özlemlerimi… Akıp giden kalbimi… O parçalanmış ve sadece sana ait benliğimi ilk kez sende gördüm… O yavaşça dönen dünyayı, bütün sesleri içinde saklayan o kutsal sessizliği… Kendisine sabırla ve içtenlikle bakanın adını sayıklayan o sonsuz gökyüzünü… Gökyüzünün el verdiği o küçük düş bahçelerini… Toprakla sular arasındaydı kalbim. Bu yakınlıkta ne varsa, bu sır nereye varacaksa görmek isterdim. Çünkü öyle inanırdım ki kendime, nereye baksam seni görürdüm. Toprakla sular arasında giderek aydınlanan yüzünü. Dalgaların aydınlığı vururdu terkedilmiş evlere. Bir kapı açılır, içeri üşümüş bir ışık girerdi. Dışarıda bir sonsuzluk kimsesiz yanardı. Bir ceset vururdu sahile, ömrüm olurdu yorgun ve ıslak saçları… Sen olurdun yüzünü saklayan herkes… Sonra… Sonra biterdi toprak… Akmaz olurdu sular. Kirlenirdi o kutsal sessizlik… Düş ağaçları kesilirdi… Seni bekleyecek yer bırakmazlardı bana… Sürüklerdi beni peşinden hızlanan dünya, bu durmadan hızlanan kent… Sürüklerdi beni kalbimden ayrılan ikinci kalp, sürüklerdi beni gözümden ayrılan ikinci göz… Ruhumdan ayrılan öbür ruh, sürüklerdi beni… Artık bu kent o kent değil, bu kalp o kalp değil, bu gözler o gözler değil… Seni sevdiğine inandığım o insan bu insan değil… Burada gidilecek hiçbir yer yok. İnsan en fazla o öbür, o yalancı kalbine çarpıyor… Burada insan en fazla o sahte gözünü hissediyor içi acıYASAK KELİME… Ne kadar sevse de dünyanın bütün sevgisizliğini üzerine alıyor burada insan… Hep başkalarının sahte yasını tutuyor… Burada her sabah, her akşam insan yeniden, hep yeniden başlıyor hayatına. Sanki hiç yaşanmamış gibi, hiç gidilmemiş gibi, hiç ders alınmamış gibi… Burada insanın yalan yüzü değil, o en derinde sakladığı kalbi kararıyor önce… Artık burası herhangi bir kent: Kalabalık, doyumsuz, aceleci, konuşkan, acımasız, telaşlı unutkan, intikam dolu ve hep kaybetmiş… Burada sistem, kirletilmiş arzularla içimize, beynimize sızıyor, o “kurtarılmış beyin hücrelerimize”. İşte sevgiyi, yitirdiğimiz ve özlediğimiz aşkımızı, işte en derinde yatan insanlığımızı aradığımız yer burası… İşte seni aradığım yer burası: Herşey satılık burada, herşey ambalajlı. Sevgi, umut, ütopya, başkaldırı, inanç, ölüm, farklı hayatlar… Herşey, herşey satılık burada.. Burada herşeyin bir fiyatı var… Burası durmadan hızlanan bir kent… Aşk bile burada serbest piyasa kurallarına bağlı… Sahte bir kalple peşinden koştuğum bu dünya seni bana anlatmaz, artık biliyorum… Burası benim önümden koşan bir kent… Burada ikinci kalbimle, ikinci gözümle, ikinci benliğimle yarışıyorum. Burada kendimle amansız kavgalıyım… Seni sevdiğim kadar sevmedim bu hayatı, inan… Ne olur bir tek buna inan… Çünkü sende gökyüzüm var. sende sonsuz yağmurlarım, kutsal sessizliklerim var… Sende o küçük düş ağaçlarım var… Affet bu küçük insanlığımı… Affet peşinden geldiğim bu kenti… Affet o derin doyumsuzluğumu… Göremedim affet, sen bu kentte denizden çıkan bir cesettin. O yorgun ve ıslak saçları ömrüm olan bir ceset… Affet beni… Gidilecek başka bir yer yokmuş bu kentte… Toprakla akan su arasındaki yüzünden başka… İşte bunu öğrettin bana… O sessiz, o kutsal yüzünle bana bunu öğrettin. Bu kentte aşk olamayacağını… Beni kendine çağırdın. Akşamın o ıstıraplı eşiğine… Son bir umutla sana sarılıyorum sevgili. Dünya nereye giderse gitsin, bir tek sen kaldın bu kentte, birtek sen kaldın içimdeki iyilik yüzünden utandırmayan beni… Ben bu dünyadan kaçtım ve gidecek başka yerim yok… Burası içimi kanatarak hızlanan bir kent… Bir yanım ölü, bir yanım sen… Sevgiliysen tanı beni, bil öyleyse… Dediğin gibi sevgili, daha fazla yabancı ölmek istemiyorum sana….


DENİZ KIZI

EN GÜZEL ZAMANLARI SENİN İÇİN SAKLADIM SEVGİLİM. BİRLİKTE YAŞAYALIM DİYE. AŞKIMIZI YAŞARKEN SOLUKSUZ KALALIM, BİRBİRİMİZİ BULDUĞUMUZ İÇİN HER SANİYE YENİDEN ŞÜKREDELİM TANRIYA DİYE... GÖRÜYOR MUSUN, NASIL DA HOYRATÇA HARCIYOR İNSANLAR ZAMANLARINI. GEÇEN HİÇBİR ANIN BİR DAHA TEKRARININ OLMAYACAĞINI BİLMİYORLAR MI BEBEĞİM? HER ANI AŞKLA DOLDURABİLMEK VARKEN BAŞKA BAŞKA HESAPLARIN İÇİNDE OLMAKLA NE KAZANIYORLAR ACABA? SEVGİLİNİN ELİNİ TUTTUĞU AN BAŞKA HER ŞEYDE VAZGEÇEBİLMELİ İNSAN. AŞK ANCAK O ZAMAN YÜCE BİR DUYGU HALİNE DÖNÜŞEBİLİR. BİZ BENZEMEYELİM BAŞKALARINA AŞKIM, HANİ BİRİLERİ ÖRNEK ALINACAKSA BAŞKALARI TARAFINDAN ONLAR BİZ OLALIM. AŞKIMIZI YAZALIM ZAMANA. OKUYABİLEN OKUSUN, OKUYAMAYANI KENDİ HALİNE BIRAKALIM. BENİ EN ÇOK İHANETLER YORUYOR. ÖZÜ, SÖZÜ BİR OLAN İNSANLARA NE OLDU CANKUŞUM? NEREYE GİTTİ ONLAR BİLİYOR MUSUN? NEDEN İKİ YÜZLÜLERLE YAŞAMAK ZORUNDA KALIYORUZ? ZATEN YETERİ KADAR ZOR HAYAT. BİR DE BUNLARLA MI UĞRAŞMAK ZORUNDAYIZ? SEN BANA HAYATIN TÜM KÖTÜLÜKLERİNE KARŞI DAYANMA GÜCÜ VERİYORSUN. SENİN VERDİĞİN GÜÇLE, YENEMEYECEĞİM HİÇ BİR ZORLUĞUN OLMAYACAĞINI DÜŞÜNÜYORUM. YANIMDA OLMADIĞIN KISACIK ANLARDA BİLE SENİN VARLIĞINI YÜREĞİMDE, TAA DERİNDE HİSSEDEBİLİYORUM. ÖYLE ŞANSLIYIM Kİ... YILLAR ÖNCE BİR FİLM İZLEMİŞTİM. BİR DENİZ KIZINA AŞIK OLUR BİR ERKEK. DENİZ KIZI BU, KARADA ÇOK KISA BİR SÜRE KALABİLİYOR. ÜZERİNE SU DEYDİĞİ AN YENİDE DENİZ OLUYOR. İNSANLAR KISA SÜREDE KEŞFEDİYOR BUNU. VE BÜTÜN ACIMASIZLIKLARIYLA DENİZ KIZINI KULLANMAYA ÇALIŞIYORLAR. İŞTE O AN DENİZ KIZI ARTIK YENİDEN DENİZE DÖNMESİ GEREKTİĞİNİ ANLIYOR. DENİZE ÇAĞIRIYOR SEVDİĞİ ADAMI. ADAM HER ŞEYİ BIRAKIP DENİZ DE YAŞAMAK ZORUNDA KALACAKTIR. ÖNCE BİR AN TEREDDÜT EDER. AMA AŞK GALİP GELİR VE ADAM BIRAKIR KENDİNİ DENİZE... DENİZ KIZI ONA DENİZDE YAŞAMAYI ÖĞRETİR... KAÇ İNSAN BIRAKABİLİR BU DURUMDA HER ŞEYİ? ''NEREDE OLURSAN OL, SANA GELİRİM'' DİYEBİLİR? BENİM DENİZ KIZIM SENSİN AŞKIM. BEN SENİN DENİZİN OLMAYA HER ZAMAN HAZIRIM. YETERKİ YÜREĞİN DEĞSİN YÜREĞİME...


DENİZCİNİN HİKAYESİ

Oturduğu banktan kalktı, üzerindeki denizci üniformasını düzeltti ve şehrin büyük tren istasyonundaki insanları incelemeye koyuldu. Gözleri o kızı arıyordu, kalbini çok iyi bildiği, ama yüzünü hiç görmediği, yakasında gül olan o kızı. Ona olan ilgisi bundan on üç ay önce Florida'da bir kütüphanede başlamıştı. Raflardan aldığı bir kitabın içindeki yazıdan çok etkilenmişti. Kitaptan değil, sayfalardan birinin kenarında kurşun kalemle yazılmış minik notlardan.. Yumuşak el yazısı düşünceli bir ruhu ve insanın içine işleyen bir karakteri yansıtıyordu. Kitabın baş sayfasında, o kitabı en son okuyan kişinin ismini gördü: Bayan Hollis Maynell. Biraz zaman ve çaba sonunda adresini buldu. Bayan Maynell New York'ta yaşıyordu. Blanchard ona kendisini tanıtan ve mektup arkadaşı olmayı teklif eden bir mektup yazdı. Ertesi gün de İkinci Dünya Savaşı'na katılmak için Avrupa'ya doğru yola çıktı. Daha sonraki bir yıl bir ay boyunca birbirlerini mektuplarla tanıdılar. Her mektup kalplerine düşen bir sevgi tohumuydu sanki. Bir romantizm başlıyordu. Blanchard kızdan bir resmini istemişti, ama kız reddetti. Kendisini gerçekten önemsiyorsa nasıl göründüğünün ne önemi vardı?.Sonunda Blanchard'in Avrupa'dan dönüş günü geldi çattı. İlk buluşmalarını ayarladılar.. New York Tren İstasyonu'nda akşam saat tam 7'de."Beni tanıman için" diye yazmıştı kız mektubunda, "Ceketimin yakasında kırmızı bir gül takılı olacak".İşte saat tam 7'ydi ve Blanchard yüzünü daha önce hiç görmediği, ama kalbini sevdiği o kırmızı güllü kızı arıyordu. Hikayenin gerisini Bay Blanchard'dan dinleyelim:" Birden genç bir kızın bana doğru yürüdüğünü farkettim. İnce ve uzun boylu,dalgalı sarı saçları o güzel kulaklarının önünden omuzlarına düşmüş.. Çiçek rengi mavi gözlü. Dudaklarının ve çenesinin muntazam kıvrımları ve açık yeşil giysisiyle insana sanki baharın geldiğini müjdeleyen bir kızdı. Ben de ona doğru yürümeye başladım. O kadar etkilenmiştim ki yakasında gül olup olmadığına bakmak aklıma bile gelmedi.Ona yaklaşınca, dudaklarında hafif ve tahrik edici bir gülümsemeyle bana 'Benimle aynı yöne mi gidiyorsun, denizci?' diye fısıldadı. Neredeyse kontrolsüz bir şekilde ona doğru bir adım daha atıyordumki, o anda Hollis Maynel'i gördüm. Kızın tam arkasında duruyordu. 40'ını çoktan geçmiş, grileşmeye başlamış saçlarını şapkasının altında toplamış.. Şişmana yakın, kısa boylu, kalın bilekli ayakları topuksuz ayakkabılara gömülmüş. Kafamı çevirdim, yeşil giysili kız hızla uzaklaşıyordu. Kendimi ikiye bölünmüş hissettim; arzularım kızı takip etmemi, ta içimden gelen bir istek ise ruhu bir yıldır bana eşlik eden kadınla kalmamı söylüyordu. İşte orada öylece duruyordu. Solgun, kırışık suratı kibar ve duygulu, gri gözleri sıcaktı. Çekinmedim. Beni tanımasını sağlayacak mavi deri ciltli kitabı ona doğru tuttum. Bu aşk olamazdı, ama, mutlaka değerli, belki aşktan da güzel, çoktan beri minnettar olduğum ve olacağım bir arkadaşlık gibi bir şey olabilirdi. Kadını selamladım, her ne kadar gizlemeye çalıştıysam da pek başaramadığım hayal kırıklığımı belli eden sesimle 'Ben Teğmen John Blanchard, siz de Bayan Maynell olmalısınız. Sizinle buluşabildiğim için çok mutluyum. Sizi yemeğe götürebilir miyim?' diye sordum. Kadının yüzüne bir gülümseme yayıldı: 'Neden bahsettiğini bilmiyorum delikanlı' dedi, ama şu az önce buradan geçen yeşil elbiseli kız bu kırmızı gülü yakama takmamı rica etti benden, ve eğer siz beni yemeğe davet edecek olursanız kendisinin sizi caddenin karşısındaki büyük restoranda beklediğini söylememi istedi. Dediğine göre bu bir çeşit sınavmış .."


DOKUNMAYIN BANA

Bana geçmişini anlat, dediklerinde beynimin sağ lobuyla sol lobu arasında kalan o ince çizginin ‘anlatma’ diyen direnişiyle karşılaşıyorum. Konu bir de ‘geçmiş aşk’ olduğundaysa söylenecek tüm sözcükler cümle olmamak için birbirinden kaçıyor.Dile getiremiyorum; dillendiremiyorum.Neden ayrıldınız? sorusunun cevabı nasıl da zordur. Yürümedi ayrıldık? İnandırıcı oldu mu! Artık hayatın hangi boyutunda olduğumu algılayamaz oldum.Ben mi kendimi anlatamıyorum yoksa anlamak mı istemiyorlar çözemedim gitti. Dokunmayın bana, diye bağırmaya başladığıma göre durum fenaya doğru gidiyor… Son zamanlarda yüreğimde uysal adımlarla yürüyen bir adam var. Anlamaya çalıştıkça anlayamadığım bir adam…Elimde bana onu anlatan, sahici ve etkili bir kılavuz kitap olsa ; ben nerde ne yapmam gerektiğini böylece kestirebilsem…İlişki yaşamayı unutmuş olabilir miyim, diye geziniyorum dostlarım arasında! İlişki yaşamayı unutmuş olabilir miyim… Her aşk bir sonraki aşkın devamı mı yoksa her yürek atışı bir öncekinin katili mi anlayamadım…Ben yaklaştıkça uzaklaşan; ben uzaklaştıkça yaklaşan duyguların hükmü ne zamana kadar sürer? Ben bu satırları yazarken yüreğimde uysal adımlarla yürüyen adamla da vedalaştım…Ve maalesef yarım kaldı yazı da aşk da… Kılavuzu da istemiyorum… Sadece dokunmayın artık bana, diyorum DOKUNMAYIN BANA!

 
 
  Bugün 22 ziyaretçi (51 klik) kişi burdaydı!
 
 




Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol