Mesut ÖZMEN
  12.
 

 

ONU HATIRLAMAYA MECBUR OLDUĞUMU BİLİYORDUR

Dün, beni derin duygularla sevdiğini söyleyen bir kadına karşı, kabuğuna gizlenen, korkak, hatta ruhsuz biri gibi davrandım... Hatta tedirginliğimi, korkaklığımı bana hissettirdiği için öfke bile duydum ona... Sebebi belliydi: Bu kabuğuna gizlenen, korkak, sevgi yeteneksizi birini nasıl bu denli gözü pek, bu denli koşulsuz duygularla sevdiğini söyleyebilirdi ki o... Görmüyor muydu halimi, hissetmiyor muydu beni kendimle bir türlü örtüştürmeyen etrafımdaki derin boşluğu? Her gün defalarca lanetler yağdırdığım, başkalarından utançla gizlediğim bu sevgi yeteneksizi varlığı nasıl sevebilirdi... Beni sevmekte ısrar ederek bana verdiği acı ve sıkıntının farkında da değildi anlaşılan!.. Üstelik bütün korku ve kaygılarıma aldırmadan, hatta bütün bunlardan sevgisine ve varlığıma ilişkin gizemli duyarlılık payları çıkarttığını ileri sürmesi beni iyiden iyiye geriletiyor; çevremdeki boşluğu biraz daha büyütüyor; kendimle buluşmamı sağlayan bütün çıkış yollarını kapatıyordu... Aslında o beni sevgisiyle yukarıya, günlük hayata, olup biten her şeye, anında, hemen oracıkta tepki vermeye çağırıyordu. Birisine araba mı çarptı, hemen o yaralıyı kucaklayıp hastaneye götürmeye; birisi birisine bıçakla mı saldırdı, üstüne mi yürüdü, hemen ayırmaya; olayı kimin başlattığına dikkat edip, gerekirse mahkemede tanıklık yapmaya; komşularla dayanışmaya; çocuk büyütmeye; karşı apartmandaki gözleri görmeyen adama roman okumaya; yan dairedeki yatalak kadına ilaç ve moral taşımaya çağırıyordu... Oysa ben çok istesem de, bunların hiçbirini yapamam. Elimden gelmez, beceremem. Ben istesem de hiçbir şeye müdahale edemem, ben sadece önümde, çevremde olup biten her şeye maruz kalırım. Dayak yiyen adamın kendisini elleriyle, kollarıyla korumasına; bıçaklanan adamın, yandım anam, diye bağırışına; yaralılara yardıma koşan insanların ayak seslerindeki telaşlı ve abartılı sevecenliğe; yatalak kadını ziyaret edip çıkarken, kadının minnetle gülümsemesinin usul usul ve hüzünle sönüp tamamen donmasına; mahkemede verilen ifadelere değil de, ifade veren insanların sanki başka bir gezegenden düşmüşlercesine o yabancı ve ürkek ifadelerine; tam bu esnada, orada yaşanan bütün bu gerginlik ve korkulardan uzakta yalanan bir kediye; güneşin mahkeme camlarındaki tozlu kırılmalarına ve o anda bahçede top oynayan çocukların uzun yıllar öncesinden gelen ve solmuş bir sevincin içimi acıtan seslerine; kendisine roman okunan kör adamın, çevresinde kimsenin görmediği yaratıklar varmışçasına belirsiz, ama güçlü ifadelerle etrafı izlemesine maruz kalırım... Çünkü en dalgın, en silik, en beceriksiz tanığıyımdır önümden hızla gelip geçen bu gündelik hayatın... Sadece kimsenin çekmeye gerek görmediği garip, işe yaramaz fotoğrafları art arda çekip, belleğimin gizli bölgelerine kaydeder dururum. Sonra ruhumun mağarasına çekilirim usulca... Ve orada, tarihlerinden ve yurtlarından kopan yüzlerin, seslerin, acemiliklerin, dikkate değer görülmeyen davranışların, ancak ters ışıkta bir anlam taşıyan gizemli çelişkilerin üzerine gümüş yağmurlar yağar usulca, belli belirsiz... Susar, hareketsiz seyrederim, yeryüzünde sır vermeyen zamanın parmaklarından sızan gümüş yağmurunu... Çünkü sonunda yaralılar iyileşir, hapishaneler dolar boşalır, çocuklar büyür, yatalak kadınlar ölür, komşular taşınırlar... Beni koşulsuz ve ömrü boyunca seveceğini söyleyen sevgili bir gün yorulur ver artık bir başkasına sunduğu sevgisini ona, uzak bir şehre götürmeye karar verir. Otobüsün camına yasladığı bitkin başı hafifçe titremektedir... Ağzının kenarından sızan belli belirsiz, masum ve ılık suda görürüm yüzümü, kendimi... Uyanmasın, dinlensin diye elimi, başıyla otobüsün camı arasına yavaşça yerleştirir, sonra da ağzından sızan ılık suyu usulca silerim. Çünkü beni mağaramda bıraktığı için ona sonsuza dek minnet borçluyumdur... Bu yüzden artık onunla her yere gider, onunla bütün sevgileri, özlemleri, acıları ve coşkularını yaşarım... Onu kutsal ve sarsılmaz bir sevgiyle seven ve yaralıların hiç durmadan yardımına koşan, olayları anında gören, hemen tavır alan, mahkemede hakimin gözlerinden dikkatli bakışlarını hiç ayırmayan, kavgaları anında ayıran, sevildiği için, bunda öfkelenmek, içine kapanmak şöyle dursun yaşama dört elle sarılan ve kendine olan güveni ve sevgisi çoğaldıkça çoğalan sevgilisinin yerine koyarım kendimi... Hatta zaman zaman, garip, anlaşılmaz bir boşluğa düşüp: Sevgilerde yetmeyen bir şeyler var, sanki bu bulutun arkasında gizli bir kapı, şu sisin ardında beni bana hatırlatan bir cümle, bir kelime var, ama bulamıyorum, dediği zamanlarda ona, göremediği kapıyı gösterip; hatırlayamadığı cümleyi, kelimeyi usulca kulağına fısıldayınca gözleri birdenbire sevinçle ışıldadığında, bu ruhumun mağarasından sızan gümüş yağmurları gibi içimi aydınlatırdı. O şimdi, beni bıraktığı mağaramda geceler boyu kaybolmuş aşk yüzlerini ve yerin üstünde hep eksik kalan ya da unutulmuş duygu hallerini, gümüş bir yağmurun altında buluşturup, birleştirdiğimi de bilmiyordur... İstediğim anda başka ruhların davetsiz konuğu olduğumu da... Mağaramdaki ruhumun yerin üstündeki ruhumla bir türlü birleşip bütünleşemediğini de bilmiyordur... İşte bu yüzden kötü olduğumu ve her tür kılığa bürünmüş kötülükleri anında hissettiğimi de... Benim kötülüğümün başkalarına asla zarar vermeyen ve sadece bana korkunç cezalar veren bir kötülük olduğunu da bilmiyordur... Şimdi kendisine yeni bir sevgili bulan yerin üstündeki sevecen kadın benim onu hiç sevmediğimi düşünüyordur... Elim otobüsün camıyla başı arasındayken bile onu sonsuza dek unuttuğumu sanıyordur... Ben kendimi bir mağarada ömür boyu yaşamaya, acı veren ve “suçlu bir zevkle” mahkûm ettiğim için, onu sonsuza dek hatırlamaya ve ruhunda konuk olmaya mecbur olduğumu hiç bilmiyordur...


ÖLDÜR BENİ ANNE TOPRAK KOKMAK İSTİYORUM

Kalbimin hiç tanımadığı duyguları daha yeni yeni hissetmeye başladığı dönemlerdi ,çevremde bir sürü erkek ve kız arkadaşlarım vardı,ama bi gariplik vardı,mutlu değildim sanki aradığım başka birşeydi,her akşam eve gelir odama çekilir ağlardım,
noluyordu bana anlayamıyordum,birgün yine arkadaşlarla beraberdim,beraberdim derken nasıl bi beraberlik,onlar bi araya toplanır gülüp eğlenirlerken bense bi kenara çekilip içimdeki fırtınaları dinliyordum her zamanki gibi,artık arkadaşlarımda alışmıştı bu durumuma,yanıma gelip oturduğunu hiç farketmemişim,
taki sanki çok derinlerden gelen bi SELAM sesini duyana kadar,selam dedim bende,neden yalnız oturuyosun dedi,bilmiyorum dedim,kimse seni anlamıyor,hatta kendin bile kendini anlamıyorsun değilmi dedi,evet dedim,bende bu yüzden yanına geldim zaten dedi,bende aynı durumdayım,seni arkadaşlarından ayrı derin düşüncelere dalmış görünce işte benim gibi biri daha dedim, ve ilk defa onun yüzüne baktım,o anda kalbim durdu sanki,donup kalmıştım,ne zaman ayrıldık eve nasıl geldim bilmiyorum,o gün sürekli onu düşündüm,sanki aradığım şey buydu hissedebiliyordum bunu,
o günden sonra hergün buluşmaya başladık,evleri iki mahalle kadar uzaktaydı,bizim mahallede akrabaları vardı,ilk tanıştığımız gün onlara gelmişler,böylece aylar geçti,artık ailelerimizde biliyordu,ya ben onlara gidiyordum yada o bize geliyordu,yani her günümüzü birlikte geçiriyorduk,
ama ikimizinde anlayamadığı birşeyler vardı,birbirimizi çok seviyorduk,görmeden yapamıyorduk,arkadaşlık değildi bu,çünki diğer arkadaşlarımızıda seviyorduk,bu çok farklı bişeydi,kimseyede soramıyorduk,nasıl soralımki,biz bile bilmiyorduk ne olduğunu,bu çok yoğun duyguların etkisiyle bazen mutluluktan bulutlara kadar çıkıyorduk,bazende o küçücük kalplerimize sığdıramadığımız ve bi türlü anlamadığımız hisler dünyasında sebepsiz yere ağlıyor gözyaşlarımızı birbirimize hediye ediyorduk,,
belki size saçma gelicek ama birbirimizi ilk gördüğümüz günü anlatmıştım,ondan sonraki ilk buluşmamızda biraz konuştuktan sonra bi ara gözgöze gelmiştik,ve daha ne olduğunu anlamadan ikimizde sebepsiz yere birden ağlamaya başlamıştık,hemde ne ağlama sanki hiç bitmeyecek gibiydi göz yaşlarımız,işte o günden sonra bir daha biribirimizin yüzüne uzun süre bakamadık,hatta çoğu zaman sırtlarımız birbirimize dönük otururduk,bi gören olsa bize gülerdi heralde,ama elimizde değildiki bakamıyorduk işte,
ama ne olursa olsun çok mutluyduk,artık ne güneşin doğuşunun,ne çiçeklerin kokusunun,nede kuşların aşk şarkılarının farkındaydık,biz birbirimizde kaybolmuştuk,taki bi akşam bizim evin zili uzun uzun çalana kadar,kapıyı annem açtı,gelen onun teyzesinin kızıydı,anneme bişeyler söyledi,annemde hemen babamla bişiyler konuşup,banada sen evden ayrılma biz hemen geliyoruz diyerek aceleyle çıktılar,bende hemen arkalarından çıktım,hava kararmıştı,beni görmesinler diye onları uzaktan takip ettim,
biraz gittikten sonra bizim evin biraz ilerisinde bi market vardı,orada bi kalabalık gördüm,oraya gidiyorlardı,biraz daha yaklaşınca babam koşmaya başladı,yerde yatan biri vardı,bende biraz daha yaklaştım,babam yerde yatan kişiyi kucağına almıştı,bikaç adım daha yaklaştım ve kalbime binlerce ok birden saplandı sanki,yerde yatan benim meleğimdi,oda beni gördü,eliyle bana gelme diye işaret yaptı,ve bana bişeyler söylemek için ağzını açtığında,ağzından kan boşaldığını gördüm,yanına gittim,o güzel başını babamın kucağından kendi kucağıma aldım,
hafifçe gülümsedi ve bak dedi napmışsın yeni gömleğine,onun kanına bulanmış gömleğimi göstererek,iki hafta önce doğum günümde o almıştı,ve birden başını karanlıkta benim seçemediğim kazanın olduğu bi yere çevirip tüh yaa dedi,ne demek istediğini anlamamıştım,başını tekrar çevirdiğimde ölmüştü,ondan sonrasını hatırlamıyorum,gözümü evde açtım,orada bayılmışım,beni doktora götürmüşler sakinleştirici filan yapmışlar,uzun süre baygın halde yatmışım,
kendime gelir gelmez ağlamaya başladım,kimse müdahale etmedi,doktor ağlarsa müdahale etmeyin demiş,tekrar kendimden geçene kadar ağlamışım,ondan sonraki günlerde gözyaşım hiç dinmedi,aradan iki ay filan geçmişti,birgün anneme onlara gitmek istediğimi söyledim,annem önce kabul etmedi ama yalvarmalarıma dayanamayıp bi şartla kabul etti,gideriz
ama orada ağlayıp annesini üzmeyeceğine söz verirsen dedi,bende söz verdim ve gittik,bi süre oturduk ama ben kendimi zor tutuyordum ağlamamak için,bak oğlum dedi annesi,biribirinizi ne kadar çok sevdiğinizi hepimiz biliyoruz,ne kadar üzüldüğünüde biliyorum
ama senden bir ricam var dedi,kızım son nefesini senin kucağında vermiş,bana son anlarını anlatmanı istiyorum dedi,şaşırdım,nasıl anlatabilirdimki,anneme baktım boynunu büktü,bende onu üzmeyecek şekilde anlattım,ama bi ara karanlıkta bi yere bakıp tüh yaa dediğini anlamadığımı söyleyince,annesi bana sarılıp öyle bi ağlamaya başladıki,bende zaten zor tutuyordum kendimi,ikimizde uzun süre ağladık, biraz sakinleştikten sonra,artık bu dünyada yaşamam için hiç bir sebebin kalmadığına karar vermeme sebep olan şeyi anlattı,
ogün annesi evlerinde benim çok sevdiğim bir yemeği yapmış,anne demiş bu yemeği ayhan çok sever,bizim yiyeceğimiz kadarını ver ben ayhanlara gidip onunla beraber yiyeceğim demiş,anneside yalnız göndermemek için yakınlarında oturan teyzesinin kızıyla bize göndermiş,yolda gelirlerken teyzesinin kızı,sen biraz bekle bende marketten içecek birşeyler alayım demiş,
kaldırımda beklerken bi araba vurup kaçmış,bize yakın oldukları için teyzesinin kızı hemen bize haber vermeye gelmiş o akşam,ve o karanlığa bakıpta tüh yaa dediği şeyde,bana getirdiği yemeklerin dökülmüş olmasına üzüldüğü içinmiş,
son anlarını yaşayan birisinin canından daha çok bana getirdiği yemeklerin dökülmüş olmasına üzülecek kadar seven bir kalp varmıdır daha şu lanet dünyada,başkasını sevebilirmiyim artık,aşık olabilirmiyim başkasına,tahammül edebilirmiyim artık saçma sapan şeylerin adını aşk koymalarına,bizim yaşadıklarımız bilemesekte gerçek aşktı,bunu şimdi biliyorum,
ama o bilmiyor,birgün birbirimize bir söz vermiştik,hangimiz önce ölürsek diğerimizi cennetin kapısında bekleyecekti,şimdi bende bilmeden yaşadığımız o tarif edilmez duygunun gerçek aşk olduğunu,o aşkı sonsuza kadar yaşayacağımız cennetin kapısında beni bekleyen meleğime anlatmak için,gelmesi için hergün yalvarıp dua ettiğim beni ona kavuşturacak kişiyi bekliyorum,
AZRAİLİ..
O ÖLDÜKTEN SONRA
bu gün hafta sonu,aşkımla buluşacağız,en güzel elbiselerimi giymeliyim,hangi gömleği giysem acaba,yanakları gibi kırmızı olanımı yoksa gözleri gibi kapkara olanımı,yada kazanın olduğu gün kanıyla üzerine çiçekler yaptığı gömleğimi,ne kazası ne kanı yaa nerden çıktı şimdi offf,ben en iyisi son buluşmamızda başını omuzuma koyduğu o kokan gömleği giyeyim,evet evet bu daha iyi,anne ben çıkıyorum,onamı,
tabiki anne yaa,her hafta sonu kiminle buluşurum ben,iyide neden ağlıyosunki,şimdi gidip annesindende izin almalıyım,günaydın müsade ederseniz kızınızla gezicez biraz,tabi oğlum,ona iyi bak olurmu,bak buda ağlıyor,noluyo bunlara anlamıyorum,koşar adımlarla gidiyorum aşkıma,bu yolda ne kadar uzun,her zamanki gibi bekçi amca karşılıyo beni,hoşgeldin oğlum,oda seni bekliyodu,biliyorum,günaydın aşkım ben geldim,bak hala yatıyo,hemde bembeyaz gelinliğiyle,yanaklarına küçük bir öpücük kondurup uyandırıyorum onu,her zamanki gibi toprak kokuyor meleğim,
uzatıyor kollarını yattığı yerden,tutuyorum ellerinden,tüy kadar hafif,ne kadarda güzel meleğim benim,hoşçakal bekçi amca,bak koskoca adamda ağlıyo,iyi eğlenin olurmu diyor kirli sakallarından süzülen yaşları silerek,
onun en sevdiği yerleri geziyoruz elele,allahım onunla olunca o kadar mutluyumki,bi ara yine gözgöze geliyoruz,bakmamalıydık,yine ağlıycaz,ne kadar ağladığımızı akşam ezanını duyunca anlıyorum,işte bu günde bitti,gitmeliyiz,bekçi amca kızar sonra,hoşgeldiniz iyi eğlendinizmi bari,neler yaptınız bakalım,ağladık akşama kadar,
her zamanki gibi ha,evet,hadi meleğim sen şimdi yat,ben haftaya yine gelirim,,birgün diyorum,birgün bende bembeyaz damatlıklarımı giyip geleceğim yanına,kapkara gözlerini açarak yalvarırcasına,çabuk gel olurmu diyor,yakında meleğim çok yakında,biliyorum şimdi iyi geceler öpücüğüm olmadan uyuyamaz bi tanem,yanaklarına bi öpücük konduruyorum,yine o toprak kokusu,geldim anne,hoşgeldin oğlum,


ÖYLE SEVİYORUM Kİ

Karşımdasın. Elimi uzatıp dokunabiliyorum sana. Ne büyük mutluluk bu... Gördüğüm en güzel şeysin. Senden öte tanımladığım başka hiçbir şey yok. Her şey senin adınla anılıyor benim dünyamda. Bütün çiçekler sen, bütün yıldızlar sen... Bir sanat eserisin, bakmaya doyamadığım. Tanrının bana armağanısın, ve artıyor her geçen gün sana hayranlığım. Yüzünde kuşlar, gözlerinde hayatın ta kendisi var. Öyle gerçeksin ki... Gözümü açıyorum sen, kapıyorum sen... Hiç bitmeyen serüven... Günümün en keyifli anı, uykumun en tatlı rüyası... Seni soluyorum, havadasın. Seni kokluyorum, doğadasın. Hele şimdi sonbaharsın. Ya da sonsuz bahar. Seni yaşıyorum, canımdasın. Canımsın... Sarılsam sana, bin yıl geçse, bir an bile ayrılmasak... Ten tene, yürek yüreğe sonsuz baharın en aşk dolu iki yaprağı olsak... Ağaç ağaç gezip, yeşersek, açsak. Yere düşsek, kalksak... Seni bilsem, bir tek seni. Seni görsem, bir tek seni... Sesin sarhoş etse beni... Öyle içimdesin ki... Bir saniye iste benden sensiz geçirdiğim, veremem. Sensiz geçecekse geçmesin zaman, istemem. Seninle yeniden doğdum, yeniden doğuşun kanıtıyım ben. Senden önce geçen zamanı, sana ulaşmak için yürüyerek geçirmişim, kimmişim bilememişim. Şimdi başımı çevirip geriye bakmıyorum bile. O yol yüründü ve bitti, artık seninle yürünecek bambaşka bir yol var önümde. Yorgunluk nedir bilmeyeceğim, hiç şikayet etmeyeceğim ve bir tek adımda bile tökezlemeyeceğim uzun, aşk dolu bir yol... Öyle aklımdasın ki... Ah, sensiz kalmıyor muyum bazen yıkasım geliyor gördüğüm bütün duvarları. Ardında seni bulurum sanıyorum. Ne ayrı koyduysa bizi, zaman ya da yollar, bir kalemde silesim geliyor. Sana dokunmamı engelleyen ne varsa, bir kadehi yere çarpıp tuzla buz eder gibi parçalamak istiyorum. İsyanım taşıyor, kendi öfkemden korkuyorum. Ve kavuşmak... Bunu düşünmek içimde kırılmış bütün aynaları tamir ediyor. Mavi bir yağmur başlıyor, ıslanıyorum. Maviye boyanıyorum. Öyle özlüyorum ki... Sen ol, hep ol, benimle ol, bende ol... Sendeyim ben, yüreğimi koydum yüreğinin üzerine. Aşk bu, başka isim arama. Hem de en koyu, en deli, en tutkulu... Öğreneceğim çok şey var sana dair. Bilmediğim çok şey var. Ama bir şeyi öyle iyi biliyorum ki... Seni öyle çok seviyorum ki...


ÖZLEMİ ANLATABİLMEK

Nedenini bilmediğim biri arzuyla bugün her günkünden daha çok istedim yanımda olmanı... Kolay değil, sensiz olmak, içinin yarısını boş tutmak. Kolay değil her sabah bir martı sesiyle irkilmesi bu yoksul bedenimin. Sadece bu ayrılığın bir süreliğine oluşu teselli dolduruyor yüreğime. Her ne kadar bu sürenin uzunluğunu bilmesekte sonunun olduğunu bilemk umutlandırıcı... Zaten her şey umut edilmekle başlamadımı? Seni düşünüpte kendimi kaybettiğim vakitlerin anısına yazdım bu mektubu sana. Bazen otobüste iki sevgilinin başlarını yaslayıp uyurken ki rahatlığında, bazen sokakta babasının elini tutan bir çoçuğun gözlerindeki güvende buluyorum seni. Düşündükçe Nazım olasım gelir ve hasretini bir uçtan bir uca yakasım gelir. Bir kuş hafifliğinde sana akar yüreğim, yokluğunda yok olmaktan korkarak. Yaşadığım acıları anlatırsa birileri sana göz yaşlarınla yıka yaralarımı. Seni bekliyor gölet olmuş bir nisan yağmurunun çoçuğu. Hadi gel dayanamıyorum hasretine...''


SANA AKIYOR KAYGISIZCA

Sana akıyorum, hiçbir şey bu akışı geri çeviremiyor. Çünkü sen her taraftasın. Sağımda, solumda, arkamda, karşımda. Ne yana dönsem, ne yana yol almaya kalksam ulaşılacak her noktada sen duruyorsun. Sana akıyorum, çünkü senin yolunda yürüyorum. Önüme çıkan hiçbir sapak, hiçbir kavşak ilgilendirmiyor beni. Yürümenin en zor olduğu yol bu belki de. Ama tozundan, toprağından, çakılından, çalısından şikayetçi değilim ben bu yolun. Sana ulaşmak için attığım her adımla mutlu oluyorum. Sana akıyorum, çünkü hayatın akışı kadar doğal sana akışım. Doğa, her cinsin yaşayabilmesi için nasıl kurallar koymuşsa, benim yaşamamın da var olmamın da kuralı sensin. Sana akıyorum, çünkü sesin de cismin de kuşatmış durumda beni. Senin kuşatmana karşı savunma yapmıyorum. Kalemin bütün kapıları açık. Yıkıcı bir kuşatma olmadığını biliyorum. Böyle bir teslimiyet rahatsız etmiyor beni. Sana akıyorum, çünkü yüzüne, gözlerine, ellerine baktıkça kendimi görüyorum. Sesine yüklediğin gizli anlamları çözerken hep kendimden bir şey buluyorum. Sana akıyorum, çünkü paylaşacak daha çok şeyimiz var. Bugüne kadar paylaştığımız her şey, daha sonra paylaşacaklarımızın da habercisi. Hayatın herhangi bir yerinde bir çiçeği birlikte tutup, birlikte koklamak, sonra o kokunun bize verdiği hazla sıkı sıkı sarılmak istiyorum sana. Sana akıyorum, çünkü bir insanı tutkuyla, beklentisiz, delice sevmenin ne anlama geldiğini biliyorum. Birini böyle seveceksem, bu sadece sen olmalısın. Sana akıyorum, çünkü seninle yaşamak sonu hiç gelmeyecek bir şölene benziyor. Bu şölenin tadını çıkarıyorum. Böylesine keyifli, böylesine eğlenceli bir şöleni yarıda bırakıp gitmek istemiyorum. Sana akıyorum, çünkü 'hayatın uslanmaz ruhusun' sen. İşte ben bu ruha aşığım aslında. Seninle yenileniyorum, seninle yüreğime çöreklenmiş ne kadar kötülük varsa arınıyorum. Sana akıyorum. Bütün coşkumla... Aşka dair ne varsa benimle birlikte onlar da akıyor sana. Benim gibi coşkun bir denizi aktığı yolu çok iyi bilen bir ırmağa çevirebilecek tek güç sendin. Orada kal. Ayrılma yolumun üzerinden. Sana ulaşamasam da bu yolda olmak bile yeterli bana.


SANA SENİ YAZIYORUM

Güneşin başka iklimleri aydınlatmaya,başka gönülleri ısıtmaya gittiği şu saatlerde kağıdı,kalemi elime alıp,seninle dertleşmek,yalnızca sana yazmak ve yalnızca seni özlemek geliyor içimden.Sana yazmak.''Sana seni Yazmak'' Seni ve yüreğimde anlam bulan duyguları...Sana ait yüreğimin derinliklerinden kopup gelen artçı şokları anlatmak ve toprağı alnından öperken yağmur taneleri,tüm banliğimle sana yağmak istiyorum... Bu gece dudaklarımdan dökülen her kelimede sen varsın ve yine sen varsın yarım kalan sevdamın eksik taraflarında.Bomboş ve sessiz kaldırımlarda yürürken seni haykırıyorum sensizliğin inadına! Bu sensizlik gecesinde sevdamın en ücra köşelerine seni yazıyorum. Bu gece gene yağmur yağıyor.Yağmur yağıyor gönlümün sensizlikle yanan her yerine.Yağsın,yağsın ki saklasın sensizliğimde döktüğüm gözyaşlarımı!Ve yine saklasın sensiz geçen bomboş hayatı... İşte seni haykırıyorum sensizliğe alışamamış yüreğime,işte seni yazıyorum!!! Bu gece gene yağmur yağıyor.Senyoksun oysa biliyorum ve üşüyorum sensiz kaldığım saatlerde. Gözyaşlarımı efkarıma kattım bu gece. Sevdamı,umudumu ve seni kızgın bir sel gibi kalbime akıttım. Bu gece yağmurla beraber gözyaşlarım yağıyor ve ismini yazıyor sensizliğin acısı ile kıvranan kaldırımlara.Süzülen her damlada sen vardın ve yine sen vardın gecenin en karanlık anında. o,doya doya bakamadığım gözlerin,gözlerimin içine bir kez daha değseydi ve tebessümünden bir gül açsaydı yanaklarında,yetmez miydi? Bir bakışın bir ömüre değmez miydi? İsmini kazıdığım kaldırımlara sanki sen yağıyorsun yağmurla birlikte ve sevgin yağıyor yüreğime...Yalnız ve bomboş odamda sen varsın hala.Hala sensizliğim duruyor yanı başımda... Bu gece gözyaşlarım yağıyor sensizliğimle birlikte kaldırımlara.Seni arıyorum,erimekteyim...Karanlık geceye inat ay gökyüzünde...
Ve gökyüzü yüreğimde.......


SANKİ YAŞAMIMI YILLARDIR SENİN İÇİN BEKLETMİŞİM

Bugün yandaki apartmanın önüne bir ambulans geldi... İki hastabakıcı indi içinden... Bir adamı indirdiler aşağı. Bileklerini bağlamışlardı. Kollarından sıkıca tutuyorlardı... Yüzünde derin çizgiler vardı adamın... Gözleri paramparçaydı ve hiç bir yere bakmıyordu sanki... Durmadan, hepiniz bana karşısınız, bense tek başınayım, siz hepiniz bana karşısınız, diye bağırıyordu... Bu sözler sanki binlerce kez yankılandı kalbimde... Sanki birisi kendi yokluğuna giderken beni anlatıyordu... Hepiniz bana karşısısınız, bense tek başınayım... Adam ambulansa bindirilirken bir an direndi, binmek istemedi. O direnince ben de elimi uzattım pencereden aşağı, boşluğa doğru, öylesine... İşte tam o sırada geriye dönüp bana baktı.Göz göze geldik... Masumiyetimi gördüm onda. Bir an. İyiliği özleyen yanımı. Alnında derin çizgiler, gözlerinin altı derin morluklarla kaplı çocukluğumu gördüm onda... Onca yoğun, onca hissederek yaşamasına rağmen yine de bu hayattan hiçbir şey anlamamış kalbimi gördüm onda... Ambulans çekti gitti... Ardından bağırmak istedim. Sesim çıkmadı... Çok istedim o adam gibi kıskıvrak bağlanıp götürülmeyi... Çok istedim o adam gibi sokağın ortasında korkusuzca, hepiniz bana karşısınız, bense tek başınayım, diye bağırmayı... Ama yapamadım... O adam gibi hissettiğim halde, bağıramadım... Tıpkı sana birkaç gece önce bağırmak istediğim halde bağıramayışım gibi... Rahatsız olmuşsun seni aramamdan. Yakınlarına, durmadan beni arıyor, sevgi dileniyor, diyormuşsun... Sana gönderdiğim mesajları uluorta onlara gösteriyormuşsun... Ben senin önemli ve pahalı bir kölenim ya, köle pazarında beni insanlara teşhir ediyormuşsun... Şimdi ben ona ne söylemeliyim, ben bir insana bu ilişki bitti diyemem ki, bunu onun anlamasını beklerim, diyormuşsun... Bu hayatta kölelerin sözüne kimse inanmaz ki. İstediğini söyleyebilirsin onlara benim hakkımda, çünkü sen efendisin, hep sana inanacaklardır... Sana güveneceklerdir... Seni teselli edeceklerdir... Benimse bir köle olduğum bu karanlık ormanımda en sadık duygularım bile ansızın yırtıcı hayvanlar gibi çıkacak karşıma... Ve ben bu yalnızlıkta en çok, en çok kalbime şaşıracağım... Sevgimi küçümseyen o yabancı, o yırtıcı kalbime... Beni senden çok duygularım küçümseyecek, beni senden çok o yabancı kalbim hırpalayacak... Ben en çok buna şaşıracağım... Bu ne haksızlık, bu ne basitlik, ne bayağılık, diye sana öfkeyle bağırmak için telefona sarıldığımda, sesini duyar duymaz beni sen değil, beni önce duygularımın, beni önce bana yabancı olan o kalbimin yendiğini hissedeceğim acıyla... Adımı söyleyeceksin sonra, tutulup kalacağım o an; orada mısın, konuşsana benimle, diyeceksin... İyi misin, seni merak ettim, diyeceksin... Yüzüm ürperecek o an... Mutlu bir ölüm dolaşacak içimde. Birden yaşadığım her şeyi unutacağım... Yaşlı bir köle, yaşlı bir çocuk gibi sorularını uysallıkla yanıtlayacağım... Bana bunları neden yaptın, beni neden onlara teşhir ettin, sevgimi neden ayaklar altına aldın, diye soramayacağım... Sevgime onca haksızlık ettiğin, aşkımın önünü acımasızca kapattığın halde sesini duyar duymaz sana duyduğum o derin öfkem birden sonsuz bir hayranlığa dönüşecek yine... İkimiz de hiçbir şey olmamış gibi yapacağız... Sen benim sevgimi ayaklar altına almamış, ben sana kimseye olmadığı kadar derinden bir öfke duymamış gibi olacağım... Bu hep böyle olacak... Sense sana duyduğum bağlılıktan emin o gece kendine hayran, yaralarını biraz olsun sarmış olarak uyuyacaksın... Sana duyduğum aşk, ruhunu besleyen bencil bir arzu olarak dönecek sana... Biliyorum seni sevdikçe hep kendi sevgime haksızlık ettim ben... Seni sevdikçe seni sana hapsettim... Sevdikçe, seni o hep sana dönük bencil arzularına, o sadece başkalarının kanından beslenen hayranlığına hapsettim... Benim gibi kölelerin sevgisi seni böyle yapayalnız, seni böyle kendine tutkun yaptı... Bir köle efendisi için üzülür mü, ben senin için üzülüyorum sevgili... Bir kölenin üzüntüsü bu hayatta ne kaçar geçerliyse o kadar üzülüyorum sana... Bazen kaçmak istiyorum bu duygulardan, sadece senden değil, bütün insanlardan kaçmak... İçinde sen olduğun için hayatla ilgili bütün meraklarımı öldürüp kendime kapanmak ve orada yaralarımı sarmak istiyorum... İşte böyle zamanlarda aklına düşüyorum. Köleni merak ediyorsun... Sesimden sana akan kana, o köle hayranlığıma, o kimsesiz tutkuma ihtiyaç duyuyorsun... Gecenin kör bir vakti beni arıyorsun: Biliyor musun, aslında ben hep seni özlüyorum, sana haksızlık ettiğimi biliyorum, ama ne olur izin ver bana, bir şeyleri tüketmek istiyorum, hiçbiri bana ait değil, ama böyle bir zaman bu. Sen benim kötü zamanıma denk geldin. Savruluyorum belki, ama kim olduğumu biliyorum. Belki de kendimden öç alıyorum ben, ama biliyorum bir gün seninle olacağım ben. Kendimi bildiğim kadar bunu da iyi biliyorum... Ve sonra telefonu kapatıyorsun...Ve kölen için hayat yeniden başlıyor bütün o derin sızısı ve bütün o zavallı vaatleriyle... Yo hayır, sana şaşırmıyorum, onca terk edilişten, onca aşağılanmadan sonra hiçbir şey olmamış gibi süren ve sen engel çıkarttıkça giderek artan bu sevme heyecanıma şaşırıyorum ben... Düşeceğini bile bile onca ağır kayaları yüksek bir dağın tepesine çıkartıp durmama şaşırıyorum... Dibi delik testilerle bilmediğim uzaklıklara durmadan su taşıma inancıma şaşırıyorum... Bana bütün bunları söyledikten sonra arkadaşlarına, yakınlarına, beni durmadan arıyor, ona bu ilişkinin bittiğini nasıl söylemeliyim, demene değil, sana böyle gecelerin sonunda, sonraki günlerde ve gecelerde o köle heyecanıyla gönderdiğim mesajları başkalarına göstermene değil, ben en çok kendime şaşırıyorum sevgili... Bunları bile bile, seni o ilk günkü heyecanla sevmeme şaşırıyorum... Oysa bir yanım çok aydınlık, çok berrak... Acı verecek kadar aydınlık... Seni bu aydınlıkta çok gördüm... Sen benim değilsin, bunu en çok bu aydınlıkta gördüm... Senin de efendin var, seni sonsuz üzen, seni hiç anlamayan, sevgini durmadan küçümseyen bir efendin var, sen onu seviyorsun durmadan... Seni benim gibi birileri öyle yaralamış, öyle kırmış ki, sana iyilik ve şefkat göstereni değil, seni küçümseyenleri, sana durmadan engel çıkartıp, seni durmadan aşağılayanları seviyorsun... İşte hayat bu sevgilim... Ben senin kölenim... Sen başkalarının... Bu hayatın acımasızlığını anlatmak için başka bir örneğe gerek yok... Birileri niye daha fakir, neden bunca sefalet, neden durmadan savaşıyor ülkeler, neden bu acımasızlık, bu nefret... Bunları başka yerde aramaya gerek yok... Gerek yok onca politik ve ekonomik tahlile... İkimizin arasındaki faşizm anlatmaya yeter her şeyi.. İkimizin arasındaki faşizm anlatmaya yeter bu hayatı... Bir yanım çok aydınlık, bir yanım çok berrak... Orada görüyorum her şeyi... Bir yanın sevgini uçurmak istiyor, bir yanın onu soluksuz bırakıyor... Kendinden kurtulmadığın için yapayalnızsın, bu yüzden başkalarının hayranlığına, o köle ilgilerine muhtaçsın... Arzuların hep sana dönük... Kendine gömülmüşsün... Ama birileri seni sevmese, birileri seni aramasa, sana hayran olmasa, gizlendiğin o yerde havasızlıktan ölürsün... Başkalarının o zavallı enerjileriyle, o kimsesiz kalmış sevgileriyle besleniyorsun... Benim gibilerinin o saf, o köle heyecanlarıyla kendine inanıyorsun... Aşk senin için başkalarını cezbetme oyunu haline dönüşmüş... Dünyanın en yalnız panayırı kalbin... Susuz bıraktığın kölelerinin varlığından hayat kazanıyorsun... Birilerini sana muhtaç bıraktıkça zaman kazanıyorsun... Yaşadığına inanmak için yakınlarına benim sesimi dinletiyorsun, onlara sana yazdıklarımı gösteriyorsun... Kendi yalnızlığını gizlemek için sana duyduğum o köle aşkımı sergiliyorsun karşına ilk çıkanlara... Bu garip aydınlıkta görüyorum seni... Gizli gizli moda dergilerini, o çok satan magazinleri okuyorsun... Şık, gözalıcı, kusursuz mankenlerin vücutlarına bakıp iç geçiriyorsun... Kendinden çıkıp onlardan birine benzemek, hem bütün hayranlıkları üstüne çekmek, hem de kaybolmak istiyorsun... Kendine bunca hayran, kendinden, o bencil arzularından çıkmamaya bu denli uzakken bile bir başkası olmak, dahası hem en çok arzulanan, hem de ebediyen kaybolmak istiyorsun... Keşke yaşadığın onca acı bu doyumsuzlukların yüzünden olsaydı... Hiç düşünmeden unuturdum seni... Keşke o derin yüzeyselliklerinin dışında bir başkası olmasaydın sen... Seni o halinle görüp bitirseydim... Keşke söylediğin her şeye inanabilseydim... Oysa öyle ürkek ki sevgin, seni kim anlamak istese de ister istemez derin boşluğunu sürüyorsun öne... O derin kimsesizliğini... Çünkü seni böyle tanımalarından delice korkuyorsun... Ne zaman biri sana sevgiyi hatırlatsa o derin boşluk açılıyor önünde... O sana yabancı boşluk... İşte bu yüzden seni gören aydınlığım acı veriyor bana... Çünkü senin imkansızlığında kendimi görüyorum... Sen ne kadar kendi içinden çıkmasan da ben senin içindeki karanlıkta yüzüyorum çünkü... Öyle bir köle sevda ki bu kendimi unuttukça seni hatırlıyorum... Sen beni sevmek için bir kez olsun içinden çıkmadın, biliyorum, ama ben seni sevmek için kaç kez çıktım kendimden... Kaç kez senin boşluğundan çaresiz kendime geri döndüm... Seni öyle ürpertirdi ki içindeki kimsesizlik, öyle çekerdi ki içindeki boşluk seni diplere, bu yüzden hep bir başkası olmayı düşleyerek yaşadın. Kendinden uzakta, kendinden başka biri olmayı... Seni hep bir başkası olarak tanısınlar istedin... İşte sevgili, sen kendine nasıl bir yabancı gibi davrandıysan seni sevenlere de öyle davrandın... Bu yüzden başkalarının hayranlığına derinden muhtaçtın... Kendine saygı duyabilmek için birilerinin köle sevgilerine ihtiyacın vardı... Bütün bunları bile bile sevdim seni... Bir yanım o acı veren aydınlıkta senin o üşüyen, o dipsiz boşluklarını görüyor, buradan bir çıkış olmadığını hissediyor, ama bir yanım beni durmaksızın sana, boşluklarına, o durmadan üşüyen kimsesizliğine çekiyordu... Ve ne yapsam engel olamıyordum bu yanıma... Acı çekmekten zevk almak mıydı bu bilmiyorum... Ama seni kendim gibi hissediyordum böyle anlarda... Seni yalnız ben kurtarırmışım gibi geliyordu o dipsiz boşluklarından... Bu duygu, bu sana sevgiyle atılma hissi, çok soylu ve kutsal geliyordu bana... Sanki onca yıl kendimi bunun için bekletmiştim...Yapmam gereken en basit, en sıradan şeyleri yapmamış, yaşamımı onca yıl bunun için mahvetmiştim... Sanki bu yüzden onca yıl, yaşamaktan çok oynamış, kendimi dışardan seyretmiştim... Sanki onca yıl beklettiğim yaşamımı bir tek sende doğrulayabileceğimi hissetmişim... İşte bu yüzden bu sana doğru akan köle sevgimi durduramıyorum... İşte ne oluyorsa o zaman oluyor, kimseden tiksinmediğin, kimseden uzaklaşmadığın kadar benden tiksiniyor, benden uzaklaşıyorsun... Bu yaşadıklarımızı ne kendine ne bana itiraf edemeyecek kadar güçsüz olduğun için seni hiç tanımayan, bütün bu duygulardan uzak birine doğru soluk soluğa kaçıyorsun... O yabancı, o uzağında yaşayan kalbini gözünü kırpmadan ona uzatıyorsun... Ve sen yine benim yıkımım oluyorsun... Ve o zaman ben yine geriye, kendime dönüyorum... Daha fazla acı çekmemek için kendimi alkolle uyuşturmaya, arzularımı yok etmeye, kendimi hissizleştirmeye dönüyorum... Ve en acısı seni unutabilmek için olmadık insanlarla küçük ölümler deniyorum... Küçük sevgi oyunları... Tıpkı senin beni sevdiğin gibi kendimden çıkmadan sevmeye çalışıyorum onları... Seni bana unuttursunlar diye ben de senin gibi kendi uzağında yaşayan bir başkası olarak seviyorum onları... İşte o zaman anlıyorum ki kölelerin de acımasız olduğunu sen öğretmişsin bana... Senin o kimsesiz, o zavallı efendiliğin öğretmiş... Onların sevgisine kayıtsız kalmayı, onları arzulasam da arzulamıyormuş gibi yapmayı, zaman kazanmayı, kayıtsız kaldıkça, sinsilik yaptıkça aşkta kazanıldığı sen öğretmişsin bana... Onları beni aramaya mahkum etmeyi, beni her aradıklarında bana biraz daha mahkum olduklarını... Sevgilerini o karanlık ormanda benden kurtarmak için beni durmaksızın aramaya mahkum olduklarını sen öğretmişsin bana... Bu yırtıcı hayvanlarla dolu karanlık ormanda ayakta kalmayı, yaralarımı kimsesiz yalamayı sen öğretmişsin... Sevginin zayıflık olduğunu, ve bu zayıflığı küçümsedikçe büyüyen bütün o sevgilerin durmadan içimizdeki o kimsesiz yaraları sardığını sen öğretmişsin bana... Oysa o yaralar sarılmıyor sevgili... Senden bana geçen kötülük başkalarına yayılıyor... Aramızdaki faşizm başkalarını da içine alıyor... Sen benim köle sevgimle içindeki boşluğu dolduruyorsun, bense senin imkansızlığınla açılan yaramı başkalarının o köle sevgileriyle dolduruyorum... Sen kendini tanımak için bir kez daha savruldukça, ben senden uzaklaşıp iyi ve yoksul insanları sevmeye adıyorum kendimi... Sen beni unutmak için savruldukça , ben seni unutmak için o iyi ve acı çeken insanları sevmeye çalışıyorum... Bu yüzden her şey birbirine karışıyor... Sana duyduğum o imkansız sevgim yoksul insanlara, yoksul insanların bana duyduğu sevgi sana duyduğum nefrete karışıyor... Sahip çıkılmayan her sevgi, her aşk işte bu yüzden kötülüğe dönüşüyor... Her yenik sevgi, her imkansız aşk derin bir kötülük olarak karşımıza çıkıyor... Gel, küçümseme sana duyduğum zayıflığı... Kendini bu denli önemseme, bu denli önemseme o ışıksız kalmış arzularını... Bu hayat, bu sahte vaatler, o kimsesiz kalmış arzuların sana seni unutturdu... Sen öyle bir saplandın ki karanlığına yargı yeteneklerin köreldi... Öyle ki kendini unutup o derin boşluğuna taptın sen... Kendini orada aradın... Bu yüzden seni gören aydınlığım hiçbir işe yaramadı, aydınlığımı bir yana bıraktım, o derin körlüğümle gördüm seni... Bu moda kötülüğün içinden gördüm... Öylesine kırmıştı ki umutlarını bu sana ait olmayan hayat, öylesine küçümsemişti ki seni... Kime bağlandığını hissetsen önce içindeki o yabancı kalbin küçümsemişti seni... Seni sevenleri ne denli köle yaptıysan o denli köleydin içindeki korkulara... Kendini ne denli kapattıysan, o denli kapatmıştın, aşklara, dostluklara, seni gerçekten sevebilecek olanlara... Olmayan, hayali, kendi yarattığın şeylere köleydin sen... O sahte vaatlerde ara yalnızlığını, ben senin gerçeğinim. Saklandığın boşlukta değil hayat, gizlediğin korkularında... Boşluğuna sarıldıkça büyür korkuların, sen o boşluğun yanı başında gizlenensin... Sana tapan kölene gizlendiğin yeri göster.. Bir kez eğil onun önünde... Hem gizlendiğin yere, hem de kölene.... Gel bir kez, hepiniz bana karşısınız, bense tek başınayım, dedirtme, bana... Aramızdaki aşktan yayılmasın faşizm, bir kez seni yanımda hissedeyim... Benim cesaretim sensin... Seni yok sayarak başkaldıramam... Ben bunca eksikken başkaları adına konuşamam... Ben seninle bunca doluyken o iyi ve yoksul insanları yürekten sevemem... Sevmek insanın kendine çekilmesidir... Sevmek insanın çekildiği yerde sevdiğine baş eğmesidir... Sevmek, insanın yıllardır unuttuğu kendisine dönmesidir... Sevmek insanın yıllar sonra döndüğünde gördüğü şeye gönül rahatlığıyla inanmasıdır... Öyleyse bir kez olsun bak o susuz kalmış dudaklarıma... O kirli, o her yerden yara alan hayatıma bak... Seni görmek için başka hiçbir şey görmeyen gözlerime bak... Göze al, sana aşık kalbimin kanı bulaşsın üzerine, göze al... Bana bak demiyorum, ama seni sevdiği için kimsesiz kalan ömrüme bak ve bir kez gör kendini orada...

 
 
  Bugün 18 ziyaretçi (45 klik) kişi burdaydı!
 
 




Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol