Mesut ÖZMEN
  6.
 

 

BU KADAR SEVEBİLİRMİSİNİZ

Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez.... Biri tıpta okuyordu, öbürü mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler. Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda başrdılar. Ikisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında. Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise ablasında.... Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra... Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu... Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarında da hep mutluydular. Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da kabarık hale getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi onlarınki... Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü, büyüdü... Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi sürecine rağman çocuk sahibi olmayınca, bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik olur diyerek devam ettiler hayatlarına. Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler... Senin için ölürüm derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adma Hayır, ben senin için ölürüm diye yanıt verirdi hep... Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın, Bir tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak.... Kütüphanenin ikinci rafında başka bir not olurdu, Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok sevdiğimi sakın unutma Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notları okuya okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı... Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten.... Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun hep birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler. Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye başladı. Kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde görev aldı. Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir gün sahilde dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde satılık levhası asılı olan. Ne dersin, bu evi alalım mı? dedi adama. Bu viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı... Sen istersin de ben hiç hayır diyebilirmiyim? diye yanıt verdi adam. Amerika’daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı... Kaç para olursa olsun, burası bizimdir artık.... Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor oldu adam Amerika’ya giderken. Her gün, her saat konuştular telefonla. Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında. Fakat birkaç gün sonra, kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın. Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu neşelendirmek için, sahildeki evi hatırlattı ve çizdiği projeyi verdi kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı: Canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi unut... Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da çekilmez gelir. Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için yalvardı adama, Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat diye dil döktü boş yere... Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği... Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği arkadaşına dert yanarken, Artık dayanamıyorum, sana söylemek zorundayım diye sözünü kesti arkadaşı. O, seni aldatıyor. Iş yerimin tam karşısındaki restoranda genç bir kadınla yemek yiyiyor her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya.... Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları diye bağırdı kadın. Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı.... Ertesi gün, öğle vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi sessizce ve peri masallarının sadece masal olduğunu anladı... Kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını gördü adamın... Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi. Inkar etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve bavulunu alıp gitti evden. Kapıdan çıkarken, son bir kez kucaklamak isterim seni diyecek oldu ama kadın, defol dedi nefretle... Ilk celsede boşandılar... Modern bir aşk hikayesinin böyle son bulmasına kimse inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın. Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika’ya yerleştiğini öğrendi. Bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan nefretin alması için dua ediyordu. Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile, kadının derdine çare olamamıştı. Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü. Sen, buraya ne yüzle geliyorsun diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı. Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor. dedi genç kadın. Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı: Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü. Geçen yıl Amerika’daki kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık bir senelik ömrü kaldğını. Buna dayanamayacağını, hep söylediğin gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine de haber vermedi. Birlikte Amerika’ya yerleştiğimiz yalanını yaydı. Oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev tutmuştu. Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu vermemi istedi... Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. Hemen oracıkta ölmek istiyordu. Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi. Itinayla katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda. Ilk kağıtta, Lütfen bütün notları sırayla oku bir tanem diyordu... Sırayla okudu; Seni çok sevdim, Seni sevmekten hiç vazgeçmedim, Senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini bilirdim. Fakat benim için ölmeni istemedim Şimdi bana söz vermeni istiyorum. Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı? son kağıdı eline alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü kadın... Ve son kağıtta şunlar yazılıydı: Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım. Kocaman terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor olacağım....


BU SEVDANIN ADINA...

İNSANLAR GÖRDÜM KENDİLERİNE YABANCI,KENDİLERİNE GARİP...HİÇ BİTMEYECEK BİR YOLUN YOLCUSU GİBİYDİLER.NE MOLA VERECEKLERİ BİR İSTASYON NE DE VARABİLECEKLERİ BİR YER VARDI.RUHLARINDAKİ KABULLENMİŞLİK YÜZLERİNE YANSIMIŞTI.BİRBİRİNİN AYNI OLAN BU İNSANLARIN ARASINDA YABANCIYDIM BEN.BENİ ARALARInA HİÇ ALMADILAR TEK KELİME KONUŞMADIM ONLARLA.YİNE DE UYUYORDUM YAPTIKLARINA.O BİTMEYECEK YOLA ÇIKMIŞTIM ÇARESİZ...KOYU GRİ BİR HAVANIN HAKİM OLDUĞU O YOLDA NE BİR YILDIZ GÖRDÜM,NE DE BİR TEK YAĞMUR DAMLASI YERE DÜŞTÜ.NE SICAK VARDI,NE DE SOĞUK.KARA,KİRLİ BİR TOPRAĞIN ÜZERİNDE ATIYORDUK ADIMLARIMIZI.BİNLERCE KİLOMETREYMİŞ GİBİ UZANIP GİDİYORDU YOL ÖNÜMÜZDE VE YEŞİLE DAİRHİÇBİR ŞEY GÖRÜNMÜYORDU.YOL BOYUNCA BİNLERCE KİŞİ KATILIYORDU BİZE VE BU AMAÇSIZ İNSAN KALABALIĞI ÇOĞALDIKÇA ÇOĞALIYORDU.SES YOK,GÜLÜŞ YOKTU.SADECE NEFES ALMAYA ODAKLANMIŞ BEYİN GÜRUHUYDU BU. BEN,İÇİMDE ÇOĞALTTIĞIM SESİMİ,BİR MUTLU YÜZE SAKLADIĞIM GÜLÜŞLERİMİ DIŞARIYA VURABİLMEK İÇİN ÇIRPINIYORDUM.AMA HİÇ KİSENİN YÜZÜ O CESARETİ VEREMİYORDU BANA.BU BIKTIRICI,BU TEK DÜZE ADIMLARIN ATILDIĞI YOLDAN BAŞKA BİR SEÇENEK OLMALIYDI MUTLAKA.SONRA HİÇ VARILAMAYACAK KADAR UZAKTA BİR KURŞUN HAVALANDIĞINI GÖRDÜM.BİR UMUT YAKALAMIŞTIM SONUNDA.HIZLANDIRDIM ADIMLARIMI.SIYRILDIM KALABALIKTAN.KOŞMAYA BAŞLADIM.KUŞA YAKŞALTIKÇA GRİ HAVANIN DAĞILDIĞINI,GÜNEŞİN SARI IŞIKLARINI,ÇİÇEĞİN HER RENGİNİ GÖRDÜM.EN SONUNDA DA SENİ...ORADA,KÜÇÜK;AMA,YEMYEŞİL BİR ÇAYIRIN ORTASINDA ÖYLECE TEK BAŞINA OTURUYORDUN.SENİN BİRAZ ÖTENDE HAVA KURŞUN GİBİ GRİYKEN SENİN BAŞINDAKİ GÖK MASMAVİYDİ.VE SEN O MAVİLİĞE DİKİP GÖZLERİNİ ÇOK UZAKTAN GELECEK BİRİNİ BEKLER GİBİYDİN.BEN GÖRDÜKLERİMİN ŞAŞKINLIĞIYLA KARŞINDA KIPIRDAMADAN DURUYORDUM.SENSE HİÇ ŞAŞIRMAMIŞTIN.YÜZÜME BAKIP SADECE "HOŞ GELDİN" DEDİN. VE O SES YENİDEN HAYATA DÖNDÜRDÜ BENİ.İSTEMDIŞI BİR GÜLÜMSEME YAYILDI YÜZÜME.YÜREĞİMİN ATIŞININ HIZLANDIĞINI,TENİMİN ISINDIĞINI HİSSETTİM.AZ ÖNCE TERK ETTİĞİM O KALABALIK YANIMIZDAN GEÇİP GİDERKEN BİZ SENİNLE EL ELEYDİK ARTIK.BİR SEVDANIN İKİ ORTAĞIYDIK... ŞİMDİ İÇİMDE ÇOĞALTTIĞIM SESİMLE HAYKIRIYORUM HERKES DUYSUN DİYE...HİÇ KİMSE SEVDAMA SENİN KADAR YAKIŞMADI VE SEVDAM HİÇ KİMSEYİ SENİN KADAR YAŞATMADI...


BU SEVDANIN ATEŞİ

Hep ertelenen bir an hiç yaşanmamaya mahkumdur. Düşlerin bekleyişini yalnızca bir hüsran karşılayacakdır. Mevsimleri sayarsak ömür baharsız tükenir gider. Sevdiklerimizi bulmak yada bulduğumuzu sevmek tercihi en zor olan iki seçenektir bu sınavda... Boşuna akan ırmaklar mı var yüreğimizde, sebepsiz mi çoşkun bir denizde maviye hasretliğimiz? Ufuk ta görünen o ki mutluluk tek kişiliktir aslında. Karşımızdakinin çabasına ihtiyacı yoktur mutluluğun, Aşkında sevdiğin kadar büyüktür. Sevdiğin sürece meydan okur dünyaya. Hasretle beklenen gelmez hiç bir zaman o hasreti yalnız tüketirsin. Karşılık bulmuyorsa sevda umut değil kendini hükümdar sanan köleler üretir, dönemezsin. Ama boşuna geçmemiştir dolan vakit. Heba olan şiirleirn değildir. Türkülerin diliyle yas tutan geceler, sırdaşlığını hiç farketmez. Kıymetini bilmediğin kır çiçekleri yeniden açar o gül solarken. Ayrılanlar yıllar geçsede üstünden hep aynı acıyı çeker. Ama yollar hiç bitmez. Sonuna geldiğini zannetiğin yerler birer duraktır aslında. Ve sen yolculuğunu gönüllü bitirmişsindir o durakta. Güneş hep geç kalırmış gibi gelir, sen bir baharda mevsimler başka havada... Gerçeklerle düşler yerini kaybeder. Bir tek o kalır yüreğinden hiç gitmeyen. Aynı bakışlı resmine saatlerce dalışın kalır, sevdanın tutsaklığında acılarını dindiremeyen... Şöyle dimdik durup rüzgara karşı ''Ey hayat sen şavklı sularda bir dolunaysın, aslında yokum ben bu oyunda, ömrüm beni yok saysın'' diyerek çekip gitmek gelir aklına, Bedeninizin parçalanması hiç umrunda değildir, ama sevdiği uğruna ölenlerden olmak istemezsin. Çünkü yalnız yaşarken bir ihtimal daha vardır. Belki ölüme değil ama onun hayatına geç kalmışsındır. Uzaktır öyle kalacaktır belki. Hep bir umutla beklenirken sevda habercisi, yüreğini teselli etmekde sana düşer. Her şeye rağmen korkutmasın seni bu sevdanın ateşi. Her yangın önce başladığı yeri yakar. Sana küçük kendime büyük gelen yüreğimde yıllar geçsede senin adını yazar. Ve bil ki sevdiğim, uslanmaz ruhum yaşadıkça seni sever, seni sevdikçe yaşar..


BU ŞEHİR YIKILMAYACAK

Ben bir tek sana inanıyorum sevgili. Ve sen de bu şehirde yaşıyorsun. Bu bana yetiyor. Benim bu şehre sonuna dek inanmam için bundan iyi bir neden yok şu an.Dünyanın en yalnız, en karamsar, içimizdeki o büyük ve o kapanmaz boşluklarıyla yaşayan iki insanıydık biz tanıştığımızda. Birbirimiz için hem en büyük ödül, hem de en büyük cezaydık.Kimse bizim içimizi görmüyordu. Görmedikleri için dışarıda kalıyor ve nefret edip çekip gidiyordu. Sonra bize duydukları bu nefreti bir yerde öylesine unutup başkasına gidiyorlardı. Sonra bize duydukları bu nefreti hiç olmadık bir yerde unutulmuş bir şekilde buluyor, onu içimizdeki yaraya saplıyorduk. Hiç haberleri olmuyordu. Bizi hatırladıklarında bizden nefret ettiklerini bile unutmuş oluyorlardı çoğu kez. Bizi boşluklarına çekmek istiyorlardı bu kez. Bize geriye cam kırıklarını bırakıyorlardı. Nefes aldıkça içimize batan cam kırıklarını. Oysa nefes almaya tapıyorduk biz; biz ikimiz dünyanın en karamsar yaşama sevdalısıydık. Ama nefes aldıkça, o en çok sevdiğimiz şeyi tekrarladıkça içimiz paramparça oluyordu.En çok bu acı hatırlatıyordu bize yaşadığımızı.Ben bu şehre tapıyorum sevgili. Ve birçokları yıkımdan ve yokoluştan bahsedip bu şehirden kaçmayı düşlerken, şimdi en çok sen benziyorsun bu şehre. Çünkü bugüne dek karşına çıkanlar senin sadece güzelliğini, o dayanılmaz çekiciliğini, o ulaşılması kolay sandıkları büyünü gördüler. Kimse içindeki kanayan yüreğini, o derin, kapanması güç boşluklarını, nefes alırken kalbine, damarlarına batan cam kırıklarını görmedi. İçine giremedikleri için senden nefret edip kaçtılar, sonra nefretlerini olmadık bir yerde unutup bir başkasına gittiler.Sen bu unutulmuş nefretleri arayıp bulmak için kimbilir kaç kez kaybolmuştun bu şehirde. Şimdi sen en çok bu şehre benziyorsun sevgili. Bir yanın gökyüzünde çılgınca şarkı söylüyor.Ama her nefes aldığında içine cam kırıkları batıyor. Her nefes aldığında içindeki karanlık biraz daha büyüyor. Biraz daha ulaşılmaz, biraz daha uzak oluyorsun. Çünkü insanlara yaklaştıkça hep daha uzaklara itildin sen. Sarılmak istedikçe onlara, biraz daha boşluğa savruldun.Ama unutma, sen de benim gibi hiç büyümeyen bir çocuksun. Tapıyorsun yaşamaya, tapıyorsun nefes almaya. Onca acı çekmene rağmen AŞKA AŞIKSIN sen de bu şehir gibi… BENİM GİBİ…


CD Cİ KIZ

Annesi.. Bir de kendisi.. O kadardi bütün hayati..Bir gün fena halde sikildi, dayanamadi, atti kendini sokaga.. Bir yigin vitrinin önünden geçti.. Tam bir CD satan dükkani da geride birakmisti ki, bir an durdu. Geri Döndü, kapidan içeri, gözüne hayal meyal takilan genç kiza bir daha bakti. Kendi yaslarinda harika bir genç kizdi tezgahtar.. Hani ilk bakista ask derler ya, öyle takilip kalmisti iste.. Içeri girdi.. Kiz gülümseyerek kostu ona.. "Size nasil yardim edebilirim" diye.. Nasil bir gülümsemeydi o.. Hemen oracikta sarilip öpmek istedi kizi.. Kekeledi, geveledi, sonra "Evet" diyebildi.. Rastgele bir plagi isaret ederek.. "Evet.. Su CD'yi bana sarar misiniz?.." Kiz CD'yi aldi, içeri gitti. Az sonra paket edilmis geri geldi. Aldi paketi, çikti dükkandan, evine döndü, açmadan dolabina atti.. Ertesi sabah gene gitti ayni dükkana.. Gene bir CD gösterdi kiza, sardirdi, aldi eve getirdi, atti paketi dolaba, gene açmadan.. Günler hep alinip sardirilan CD'lerle geçti.. Kiza açilmaya bir türlü cesaret edemiyordu. Annesine açildi sonunda.. Annesi "Git konus oglum, ne var bunda" dedi.. Ertesi sabah bütün cesaretini topladi. Erkenden dükkana gitti. Bir CD seçti. Kiz gülerek aldi plagi. Arkaya gitti, paketlemeye. Kiz içerdeyken bir kagida "Sizinle bir gece çikabilir miyiz" diye yazdi, altina telefon numarasini ekledi, notu kasanin yanina koydu gizlice.. Sonra paketini alip kaçti Gene dükkandan.. Iki gün sonra evin telefonu çaldi.. Anne açti telefonu.. CD Dükkanindaki tezgahtar kizdi arayan.. Delikanliyi istedi.. Notunu yeni bulmustu da.. Anne agliyordu.. "Duymadiniz mi" dedi.. "Dün kaybettik oglumu.." Cenazeden birkaç gün sonra, anne oglunun odasina girebildi sonunda... Ortaliga çeki düzen vermeliydi. Dolabi açti.. Oraya atilmis bir yigin açilmamis paket gördü..Paketleri aldi, oglunun yatagina oturdu ve bir tanesini açti.. Içinde bir CD vardi, bir de minik not.. "Merhaba.. Sizi öyle tatli buldum ki.. Daha yakindan tanimak istiyorum.. Bir aksam birlikte çikalim mi.. Sevgiler.. Jacelyn!." Anne bir paketi daha açti.. Onda da bir CD ve bir not vardi.. "Siz gerçekten çok tatli birisiniz, hadi beni bu gece davet edin, artik.. Sevgiler..

 
 
  Bugün 16 ziyaretçi (41 klik) kişi burdaydı!
 
 




Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol