Mesut ÖZMEN
  2.
 

 

AŞK ERTELENMEZ

BU GERÇEK BİR ÖYKÜDÜR... NE YAZIK Kİ SONU ACI BİR ŞEKİLDE BİTMİŞ. AŞKI ERTELEYENLERİN HEP KAYBEDECEKLERİNİ SAVUNURUM. AŞKI ERTELEYENLER İBRETLE OKUSUN... 1995' TE DERSHANENİN KAPISINDA GÖZ GÖZE GELDİK. BEN O SIRADA KAHKAHALARLA GÜLÜYORDUM. AMA ONUN YAKIŞIKLILIĞI DA DİKKATİMDEN KAÇMAMIŞTI. ARKADAŞIMIN KUZENİYDİ. BU İLK KARŞILAŞMADAN ON GÜN SONRA ARKADAŞIM "MUSTAFA SENİN GÜLÜŞÜNE HAYRAN OLMUŞ SENİNLE TANIŞMAK İSTİYOR NE DERSİN?" DİYE SORDUĞUNDA "OLUR TANIŞALIM" DEDİM. ERTESİ GÜN BİR KUCAK DOLUSU GÜL İLE GELMİŞTİ. BİR HAFTA SONRA DA BANA EVLENME TEKLİFİ ETTİ. BEN DE "BU DENLİ YAKIŞIKLI VE ZENGİN BİRİ NEDEN BENİ SEVSİN? O BİR HEYECAN YAŞIYOR VE BİTECEK" DÜŞÜNCESİ HAKİMDİ VE SEVGİSİNE GÜVENMEDİĞİMİ İDDİA EDEREK "HAYIR" DEDİM. ÜZÜLDÜ, HAFTALARCA TEKLİFİNİ YİNELEDİ. BEN REDDETTİM. ÇÜNKÜ, YÜREĞİMİ DEĞİL MANTIĞIMI DİNLİYORDUM. "O ÇOK ZENGİN, BEN ORTA HALLİ BİR AİLEDEN GELİYORUM, O ÜNİVERSİTE MEZUNU, BEN HALA SINAVA HAZIRLANIYORUM, O ÇOK YAKIŞIKLI BEN İSE GÜZEL AMA ŞİŞMAN BİR KIZIM." DİYE DÜŞÜNÜYORDUM. O İSE TEKLİFLERİNİ YENİLEMEKTEN YILMADI. BENİ SEVDİĞİNE, ARAMIZDA BİR FARK OLMADIĞINA BENİ İNANDIRMAYA ÇALIŞIYORDU. BU ŞEKİLDE TAM ÜÇ SENE GEÇTİ. 1998'DE BİR PERŞEMBE GÜNÜ OTOBÜS DURAĞINDA BEKLERKEN OMUZUMA BİR EL DOKUNDU. ARKAMI DÖNDÜĞÜMDE MUSTAFA İLE KARŞILAŞTIM. YAKLAŞIK BİR SENEDİR SADECE TELEFONLA GÖRÜŞMÜŞTÜK. ÇÜNKÜ O HER BULUŞMAK İSTEDİĞİNDE BİR BAHANE BULUP ONU ATLATIYORDUM, YÜZ YÜZE GELİRSEK YÜREĞİME YENİLMEKTEN KORKUYORDUM. ADETA MANTIĞIMIN ESİRİ OLMUŞTUM. ONU KARŞIMDA GÖRÜNCE DAYANAMADIM VE BOYNUNA SARILDIM. HAYATIMDA BİRİNİN OLUP OLMADIĞINI SORDU. "YOK" DEDİM VE BANA YİNE EVLENME TEKLİFİ ETTİ. ONA DÜŞÜNMEK İSTEDİĞİMİ SÖYLEDİM. BU ARADA PAZAR GÜNÜ ÖSS SINAVINA YENİDEN GİRECEĞİMİ VE OKULUN YERİNİ SÖYLEMİŞTİM AMA ADINI SÖYLEMİMİŞTİM. PAZAR SABAHI SINAVA GİRECEĞİM OKULUN KAPISINDA BENİ BİR KUCAK DOLUSU GÜLLE BEKLİYORDU. ARAŞTIRIP SINAVA GİRECEĞİM OKULU BULMUŞ VE BANA ŞANS DİLEMEK İÇİN ORAYA GELMİŞTİ. BU SEVGİYİ DAHA FAZLA ERTELEMEMEYE KARAR VERDİM. "TEKLİFİNİ DÜŞÜNDÜM ARTIK KARIN OLMAK İSTİYORUM VE SENİ ÇOK SEVİYORUM" DİYEREK ONU ÖPTÜM. DÜNYALAR ONUN OLMUŞTU SANKİ. SINAVDAN SONRA EVE TELEFON AÇTIĞINI ANNE VE BABASININ BİZİ BEKLEDİĞİNİ SÖYLEDİ. KIRAMADIM VE AİLESİ İLE TANIŞMAYA GİTTİM. GÜNÜN SÜPRİZİ İSE ANNESİNİN GENÇ KIZKEN MUSTAFA' NIN BABASI TARAFINDAN KENDİSİNE HEDİYE YÜZÜĞÜNÜ BANA VERİP "BUNU SÖZ YÜZÜĞÜ OLARAK TAKMANI İSTİYORUM, EN KISA ZAMANDA DA NİŞANI YAPARIZ" DEMESİYDİ. VE BEN O GÜN, O EVDEN MUSTAFA' NIN SÖZLÜSÜ OLARAK ÇIKTIM. HER ŞEY BİR ANDA GELİŞİYORDU. 2 NİSAN AKŞYASAK KELİME BENİ İSTEMEYE GELECEKLER VE NİŞAN YAPILACAKTI. ÖNÜMÜZDEKİ İKİ GÜNÜ ÇILGINLAR GİBİ DOLAŞARAK GEÇİRDİK. PLANLARIMIZA GÖRE EN GEÇ MAYIS SONUNDA EVLENMİŞ OLACAKTIK. OTURACAĞIMIZ EVİN RENGİNDEN, MOBİLYALARINA VARANA KADAR BİR SÜRÜ KARAR VERDİK. İKİ AİLE DE ÇILGINCA BİR KOŞUŞTURMA İÇİNDEYDİ. 1 NİSAN ÇARŞAMBA GÜNÜ ALYANSLARIMIZI ALMAK İÇİN BULUŞACAKTIK. ÖĞLEN ARAYIP İŞİ OLDUĞUNU VE GECİKECEĞİNİ SÖYLEDİ. ONA SAKİN OLMASINI SÖYLEYİP HASTALIĞINI HATIRLATTIM VE BANA SENİ SEVİYORUM DEYİP TELEFONU KAPATTI. SAATLER SONRA ABLASI ARADI. MUSTAFA' NIN KÖTÜ BİR ASTIM KRİZİ GEÇİRDİĞİNİ DURUMUNUN KÖTÜ OLDUĞUNU VE ACİLE KALDIRILDIĞINI SÖYLEDİ. KULAKLARIMA İNANAMADIM VE BUNUN 1 NİSAN ŞAKASI OLDUĞUNU ZANNETTİM. YOL BOYUNCA BUNUN ŞAKA OLDUĞUNU TEKRARLIYOR, HASTAHANENİN KAPISINDA BENİ ÇİÇEKLERLE KARŞILAYACAĞINI HAYAL EDİYOR AMA HAYALİM DEĞİL, ABLASININ SÖYLEDİKLERİ GERÇEKTİ. HASTAHANENİN KAPISINDA BENİ MUSTAFA' NIN KUZENİ HAKAN KARŞILADI.YÜZÜ BEMBEYAZDI. NE OLDUĞUNU SORDUĞUMDA "YOK ARTIK BİR ŞEY MUSTAFA' DA YOK, O ÖLDÜ." DEDİ. İNANAMIYORDUM, ÇIĞLIKLAR ATARAK HASTAHANENİN İÇİNDE KOŞMAYA BAŞLADIM. YOĞUN BAKIMIN KAPISINA GELDİĞİMDE HERKES PERİŞANDI VE OLANLAR GERÇEKTİ. BÜYÜK SEVDAM, GERÇEK AŞKIM, MUTLULUK KAYNAĞIM ÖLMÜŞTÜ. BOMBOŞ VE SOĞUK BİR ODANIN İÇİNDE, BİR SÜRÜ BEYAZ YATAKLARDAN BİRİNİN ÜZERİNDE BEYAZ ÇARŞAF ÖRTÜLMÜŞ BİR ŞEKİLDE YATIYORDU. SON HATIRLADIĞIM İSE, ÇARŞAFI KALDIRDIĞIMDA GÜLÜMSEYEN BİR YÜZLE SON NEFESİNİ VERMİŞ AŞKIMIN YÜZÜYDÜ. "BİR GÜN OLSUN SENİ PARMAĞINDA BENİM YÜZÜĞÜMLE GÖREYİM, ÖLSEMDE GÜLEREK ÖLÜRÜM" DEMİŞTİ VE EN BÜYÜK İSTEĞİ OLDU. MUSTAFA YAŞAMA VEDA EDELİ TAM BEŞ SENE OLDU. VE BEN HALA SEVDAMI BU DENLİ ERTELEDİĞİM VE ONUNLA GEÇİREBİLECEĞİM SAYISIZ GÜZEL GÜNE YAZIK ETTİĞİM, YÜREĞİMİ DEĞİL MANTIĞIMI DİNLEDİĞİM İÇİN KENDİMİ AFFETMEDİM VE ASLA DA AFFETTMEYECEĞİM. LÜTFEN SEVDANIZI ERTELEMEYİN. MANTIĞINIZ YA DA GURURUNUZ YÜZÜNDEN YAŞANABİLECEK MUTLU GÜNLERE YAZIK ETMEYİN. ÇOK PİŞMAN OLABİLİRSİNİZ AMA UNUTMAYIN SON PİŞMALIK FAYDA ETMEZ.


AŞK İNSANI ÜŞÜTÜR MÜ?

Teker teker bastığı tuşlar kendisinde basma arzusunu arttırdıkça arttıracak seslerin yankı bulmasına sebebiyet veriyordu. Kapkaranlık odanın en orta yerinde yılların birikintisine parlaklığıyla karşı koyamasa da yaratabildiği ahenkle fazlasıyla dayanabilmişti. Ufak bir mum yaktı. Neden yaktığını bilmiyordu. Baktı buğulanmış gözleriyle. Onda bir ayakkabı boyacısının dram dolu hayatını anımsatan duygular uyandırıyordu. Anlam verememesine şaşırmadı. Sadece iki kadehti ona eşlik eden. Büyülü iki kadeh… Ayağa kalktığını anımsaması uzun sürmedi. Bir iki adım ilerledikten sonra vazgeçti. Yetmemişti. Yetmeyen neydi? Döndü sendeleyerek. Düşünmeyi sevmezdi. Soğutmuştu bir şeyler onu düşünmeye karşı. İşte bu yüzden uzatmadı onun için anlamsızlaşmış eylemini… Deri bir sandalyesi vardı. Yıllar önce aldığında dört tane ayağı ve kusursuz bir görünümü olan sandalye şimdilerde bir mumun yanmaya küsüşü gibi yüz çevirmişti hayata. Parlak cildinden geriye kalan sadece matlaşması değil, sayısızca derdin esiri olan birçok sigaranın açtığı delikler de olmuştu. Bir ayağı pasa mahkûm olup çoktan unutulmuş sandalyesine gıcırdama sesleri eşliğinde usulca oturdu. Yeni bir oturuş demek farklı bir başlangıç demek değildi artık onun için. Yine de üçüncü kadehini aldı. Aldı ve dokundu. Dokundukça sabah oldu. Her sabah bir hüzünle uyandı ve her sabah ona dokundu. Ona dokunmak isteyişi nedendi düşünmek istemezdi. Aslında vardı her şeyin bir sebebi. Olmaz mıydı? Aşk… Derinden, yapayalnız bir aşk… Fakat mahzun yaşamış duygularına inat, kendine inat bir dürtü vardı içinde bu ara! Konuşmak istiyordu! Teker teker anlatmak… Yavaşça kapıyı araladı ve anahtarı yıpranmış kumaş pantolonunun cebine koydu. Aklında o vardı. Sakince ve yavaşça yürüyordu mümkün olduğunca. Amacı yüzleşmekti… Cebine baktı. Birkaç aydır haftada bir şarap, günde bir ekmek ve ayda aldığı bir kilogram peynirin sonucu olarak cebinde birikmiş otuz lira buldu. Bu parayla tozlu bir aynaya bakabilirdi. Haklı buldu kendini. Haklıydı çünkü o büyüleyici oldu hep onun için. Eskiyi görmek için bir bilet alması yetti. Buna mı mahkûmdu aşkının sonu? Kınıyordu hayatı her bulduğu fırsatta. Onu sevmek değerliydi. Peki ya neden, neden böyle olmuştu? İç geçirdi. Herkesin sevme yetisine sahip olmadığı bir şeyi sevmek hayatın acı bir yönünü ortaya çıkarmamalıydı. Verdiği değer, dokunuşlarında hissettiği değerden öte karşılık bulmamıştı çok uzun zamandır. O sevmişti, çok sevmişti… Akşam olmak üzereydi. Beş parasız İstanbul’un o eşsiz boğazına ulaştı. Bulduğu ilk banka yüz çevirdi, istemedi oturmak. Martılar akşam yemeğine, insanlar birilerine, bir yerlere kavuşma telaşına mensuptu. Komikti, gülümsedi. Etti yine alayını o meşhur “Vay be!” deyişiyle. Alayı güzelliğindendi, özentisindendi, ağırına gidişindendi… Bu gülümseyişi, gördüğü manzaraya kendini dahil edemeyişindendi. Sevmişti o, çok sevmişti… Çok yakınından geçen bir martıya sevgiyle baktı. Elini uzatsa dokunacaktı. Bir buruklukla çırpmıştı kanatlarını sanki martı. Ya da ona öyle gelmişti. Düşünemedi daha fazla karşılık bulmanın anlamını… Düşünmek istemedi. Sevemedi düşünmeyi… İlerliyordu. Biletini yokladı ve sıkça tekrarladığı o iç geçirişlerine bir yenisini daha eklemiş bulundu, isteksiz ama içten bir şekilde. Zamanında o biletler çok farklıydı onun için. Sevdi o, gerçekten çok sevdi… Üşüyordu. Ama bunu bile düşünmeyecek kadar nefret etmişti artık düşünmekten, düşünüp acılarına vurmaktan kendini! Hayat çok anlamsız diyemedi, asla. Dokunuşları vardı anlamlı olan, sevgisi vardı! O yüzdendi içinde piyanosu olan belki de tek gecekonduya sahip oluşu, o yüzdendi bu çizgiler ve ansızın gelen bastırılmış haykırışı! O yüzdendi… Sevmişti o, değer vermişti, çok sevmişti… Ama ne vardı bilir misiniz? Beş parasızlığı yakmasa da canını beş parasız bırakılışına yanardı. Bir zamanlar çaldığı sahnede tanınmayan bir konuk olmaya gidiyordu yavaş adımlarıyla ve cebindeki son parasına talip olmaktan öteye geçmiş biletiyle. Tozlu aynasına bu denli yaklaşmış olmak canını mı yakmıştı yoksa yüzündeki gülümseyişi mi galipti ruhu üzerindeki bu adi hâkimiyet savaşında bilemedi. Düşünmek de istemedi zaten. Bilirsiniz, sevemedi düşünmeyi… Düşünmek ona acı verirdi. Oldukça az kalmışken önceden tadına pek de bakma ihtiyacı oluşmamış geçici koltuğuna, tozlu aynasına baktı. Aniden aklına işte bu koskoca hayatı bütünüyle geldi. Nelerdi yaşadıkları, gördükleri neler nelerdi… İnanmasını hata olarak yorumladı zamanında yaşadığı geçici değere, sevmesiniyse hayatı bildi! Gerçek aşktı bu gözlerinden dökülmek için üzerinde bulunduğu gözlere bile saygı göstermeyip, izin almadan yol bulmaya çabalayan yaşlar… Ama yetemezdi güçleri bu kendisiyle meydan okuyan üstada! Ve işte tam da o sırada patladı bir flaş. Ona değildi, fark etmek güç olmadı bu ansız şaşkınlığın ardından. Olmasaydı da artık zaten. Çünkü bir fotoğraf makinesi olsa o da az sonra sahnede olacak olanı çekerdi… İç geçirdi. Geçirilmeyecek gibi de değildi zaten. Hem Leyla’yı da aynen böyle yaşamıştı… Geçti alayını yine o gülümseyişi ve içinden istemsizce çıkan “Vay be!” deyişiyle. Attı ilk adımını. Verdi biletini ve girdi içeri.


AŞK VE YURTSUZLUK

Usul usul azalıyordu sevgisi,kalbi soğuyordu.Aynı masada,yanyana oturuyorduk,ellerinden tutuyordum...Akıntıya kapılmış bir çiçek gibi bilmediğim,bilmediği uzaklıklara doğru gidiyordu...Öyle acı çekiyordu ki sevgisinin azalmasından...Seni artık özlemiyorum,eskisi gibi içimi acıtmıyorsun,bu benim için ne büyük acı biliyormusun,derken sesi titriyordu.Dalından kopmuş bir çiçek gibi unutuluş denizinde usul usul sürükleniyordu.Sevgimiz yurtsuz kalmıştı şimdi.Can çekişen bir hastayı ölümüne hazırlar gibi, nefesimi tutmuş saçını okşuyordum durmadan.Sevgisi,yaralanmış çocukluğumuzu ve dünyayı değiştirmeye yetmemişti. Hayal kanatları yanmış sevgisini öksüz kalan sevgime kattım.Sevgisi biterken gözlerime son bir kere baktı. İnanmıştı çektiğim ıstıraba.Son anda sarıldı bana: Hadi,sen de benimle gel,birlikte karışalım kayboluşa,dedi. Yapamam, dedim,istesem de yapamam.Bu sevginin ömrünü beklemeliyim.Bu sevginin beni götürdüğü yere kadar gitmeliyim... İçimde sırrın,kimseye benzemezliğin sızısı,yarım kalan yolculuğun aşk yüzlü çocuğu var.Sevgisi soğurken son tesellisi,son kıskançlığı,son umudu bu olmuştu...


AŞKIM YADİGAR KALACAK SANA

Yüreğim ne dediyse onu dinledim ben. Kimi işaret ettiyse ona yöneldim. Şimdi sen diyor da başka bir şey demiyor. Ansızın bastıran bir yağmura hazırlıksız yakalanır ya insan, işte öyle ıslattı beni aşkın. Seni bekledim ben. Yüreğimdeki heyecanı, gözlerimdeki yeşili, dudaklarımdaki ateşi, ellerimdeki titremeyi, küçük dokunuşları sana sakladım.
Ne sen beni bilirdin ne ben seni ama, bir yerlerdeydin ve mutlaka gelecektin. Ve bir gün çıktın karşıma. İşte o gün sevdaya dair nekadar tortu varsa içimde eridi gitti. Çocuk oldum yeniden. Hani bıraksan yemyeşil bir kırda bağıra çağıra şarkı söyleyip koşarım. Seni bulmanın coskusunu hiç bitmeyecek bir enerjiyle yaşarım. Seninle yep yeni bir hayatın başladığını biliyorum. O hayatın içinde vazgeçilmez kıldığım tek şey sensin.
Bilirim, bu şarkı korkutur bazen insanı. Neler oluyor diye sormadan bir duygu selinin içinde bulursun kendini. Ama zaten aşk öyle bir şey değilmidir? Sorarsan planlarsan onun adına aşk denir mi?Bırak kendini bırak ki aşkınbüyüsü sarsın seni. Kendini o eşsiz duyguların ferahlığına bırak. Tut elimi birlikte çıkalım bu yolculuğa. Yarınsız zamanların iki yolcusu olalım. Kaygısızca yaşayalım aşkı, eriyelim birbirimizde. Yüreklerimiz birbirimiz için atsın, soluklarımız birbirine karışsın. Tutkunun alevleri dalga dalga sararken bedenlerimizi.
Gidersen... Gözümdeki son parıltıyı da alır götürürsün. Bir zemherenin ortasında titrerken bırakırsın beni. Ama merak etme ayakta kalırım ben. Tıpkı fırtınaların boynunu eğip yıkamadığı kavak ağacları gibi. Senden bana yadigar kalan her anıyı bir kez daha bir kez daha yaşarım. Aşkım da benden yadigar kalır sana..


 
 
  Bugün 15 ziyaretçi (40 klik) kişi burdaydı!
 
 




Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol